3 Ağustos 2010

Büyük Menderes Üzerine Bir Karalama

Ali ALTINKAYA

Bilgi amaçlı olarak bu yazıyı yazmalıyım dedim. Bizim çocukluğumuzda ne durumdaydı son senelerde ne gözlemledik.

İlkokula başlamadan önce ve sonrasında, Menderes’ten motorların çektiği su, suyollarında ilerlerken, bu büyük kesitli su yollarında, bıcı bıcı eder dururduk. Biraz gençlik çağına yaklaştığımızda ise büyükler önden, biz küçükler arkadan kıyıya yakın yerlerde gerek yürür gerekse yüzmeye çalışırdık. Suyun temizliğini burada ayrıca değinmeye gerek yok. Mecranın çevresindeki bitki örtüsü, söğütlük, ılgınlık, sazlıklar, kargılar. Bunların içinde çeşit çeşit kuşların, bülbüllerin yuvaları olur. O yıllarda ilaç da kullanılmaz pamuk ziraatinde.

İşte bu kuşçuklardan sinekçik diye andığımız bülbül, pamuk dalları, yaprakları arasında dolaşır, başını aşağı sarkıtarak, yaprak altlarındaki bit vs. zararlıları toplardı. Kıyı kenarındaki suya sarkan veya suyun üzerinde uzanan dallarda ise yalı çapkınları avını yakalamak için nöbet tutardı. Gördüğünde de tereddüt etmeden burgu gibi suya dalar, daldığı gibi de çıkardı. Suyun bıraktığı taze adacıklarda ise söğüt, ılgın tohumlarından yeni çıkmış fidecikler toprak yüzeyini olduğu gibi kaplardı. Bu adacıklarda kendir işçiliği de yapılır. Yeterli ayrışmaya uğramışsa eğer, kendir demetleri açılır birbirine yaslatılarak kurumaları sağlanırdı. Bu demetler daha sonra toplanarak bahçelere getirilir, konu komşu üşüşür başına. Soyulur o kendirler. Lifleri çiftçiye kalır, talaş dediğimiz kısımları da gelenlerce götürülürdü. Bunlar gerek demet demet damların üzerine konur, gerekse fırın, ocak ateşlemede çıra yerine kullanılırdı.

Sanayileşme arttıkça Menderes’in kirlenmesi de artacaktı. Bunun farkına ilk 1989’da varabildim. Bir iki yıl öncesinde, eylülün ikinci haftalarında Menderes’in içinden suyun oldukça azalmasından istifade ile sıvalık kum ihtiyaçlarını görmek üzere çiftçilerimizin traktörleri batırma pahasına da olsa, römork römork kum çektiklerini görmüştüm. 1989’da biraz daha azaldı suyu Menderes’in. Üveyik avı için bu mecra favoridir. Menderes’in kenarında dolaşmak yeterli gelebilir. İşte böyle bir günde gördüklerim, gözlerimin faltaşı gibi açılmasına yetti. Menderes’in kıyıları, adaların kıyıları aşağı yukarı her 50 cm e denk gelecek sıklıkta balık ölüleriyle donanmıştı. Her yer kaplıydı ölü balıkla. Belli ki bir zehirlenme olayı, toplu katliama dönüşmüştü. İşin sebebini yıllar sonra bir itiraftan öğrendik. Selkim her zaman yaptığı gibi artık kimyasallarını boşaltmış, fakat suyun debisinin düştüğünün farkına varmamışlar.

Bu şekilde taa 2004lere geldik sanırım. Bir traktör gösterimi olacakmış dediler bir firmanın. Doluştuk minibüslere gittik Denizli’nin köylüklerine. Buralara ulaşırken Menderes’in üzerinden kaç kere geçtik köprülerden bilemem ama bunun ne olduğunu sorduğumuzda hep Menderes cevabı alıyordum. Gördüğüm menderes değildi, adeta karaya boyanmış bir su Menderes olamazdı. Ama gerçek buydu işte. Yıl 1969 yer Dinar. Bir mola anında kahvede çay içiyoruz. Gür bir çaydan büyükçe su yatağında delicesine akıyordu önümüzde. Sorduğumuzda Menderes dediler. İşte bu Menderes döne dolaşa geçtiği yerlere bereket bırakıyordu. Ama ya şimdi ? Zehir bırakıyor demek sanıyorum hafif kalacaktır.

Sadece havza insanının değil, tüm buradan elde edilen ürünleri tüketenler de dahil olmak üzere nesillerinde iz bırakacak sakatlıklara, genetik bozuklukların olabileceğini düşünmek bile; yaptığımız bu çalışmanın ne kadar kutsal olduğunu anlatmaya yeterlidir sanırım. Bırakalım doğanın korunması, taşkın yönetimi vs..

Tüm bu nedenledir ki, çalışmalarımızı daha bir plan programa oturtma ihtiyacımız var gibi geldi bana. Hani diyoruz ya, uzaktan nasıl görünüyor. İşte bu sorunun cevabı olarak yazma ihtiyacı hissettim. Kolay gelsin.