1 Şubat 2013

SULAK ALAN YOKSA; SU DA BESİN DE YOK


Dr. Erol KESİCİ  SDÜ  Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi
TTKD Bilim Danışmanı



SULAK ALAN YOKSA;  SU DA BESİN DE YOK.  “02 ŞUBAT DÜNYA SULAK ALANLAR GÜNÜ

   Yakın geçmişe kadar bataklık veya sazlık olarak tanımlanmış olan Sulak Alanlar, göllerin bataklıkların taşkın düzlükleri, nehirler, tuzlalar, deniz çayırı yatakları, mercanlar, gelgit anında altı metreden derin olmayan deniz kıyısı alanlar gibi kıyı sulak alanları, atık su arıtım gölcükleri ve rezervuarlar gibi doğa- insan yapısı sulak alanların da yer aldığı farklı ortamları kapsar ve hayat için  çok önemli katkı sunarlar.
     Doğal zenginliklerimizin, kültürel değerlerimizin, yaşamın, canlılığın kaynağı olan sulak alanlar canlıların yaşamını sürdürülebilirliği için gerekli olan biyolojik çeşitlilik kaynaklarımızdır.
     Bulundukları bölgenin su rejimini dengelemede işlev ve katkılar sağlayan sulak alanalar içtiğimiz, tarımda, endüstride kullandığımız suyun tek doğal, masrafsız fabrikalarıdır ve bulundukları yörenin iklimini de düzenlerler.
    Sulak alanlar aşırı yağışlarda suyu yavaş yavaş yeraltına sızdırarak, hem yeraltı suyunun artmasını sağlar  hem de  günümüzde acı sonuçlarıyla karşı karşıya kalınılan sel baskınlarına ve fırtınalara engel olur.
       Tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak ya da besi maddelerini kullanarak suyu temizleyen sulak alanlar, karasal ve sucul ekosistem iç içe olduğundan en üst seviyede biyolojik üretimi gerçekleştirirler. Sulak alanlar balıkçılık, tarım, hayvancılık ve rekreasyon el kullanımlar açısından bölge ve ülke ekonomisine katkı sağlar.
    Akarsu ağızlarındaki sulak alanlar suya çeşitli kaynaklardan eklenmiş olan organik madde yüklü tortu ve parçacıkları tutarak biriktirirler. Dolayısıyla erozyonla birlikte zengin besinlerin denize akması önlenmiş olur.

                      Su yatağını vermediği için, daha önceleri sulak alan olan ovalar sular altında

     Türkiye; 135'i uluslararası öneme sahip irili ufaklı yüzlerce sulak alana sahiptir/ti. Ülkemizde özellikle 1960'tan sonra, yaklaşık 1 milyon 600 bin hektar (üç Van Gölü büyüklüğünde)  sulak alan habitatını geri dönüşü olmayacak biçimde kaybettiği  belirtilmektedir.
    Bataklık, sıtma, tarım, balıklandırma, yerleşim, havaalanı, çöp alanı, yol, turizm, gibi sosyo-ekonomik kaygılar öne sürülerek, neyi nereye niçin yapılacağında bilimsel bakış göz ardı edilerek sulak alanların kurutuldu.   Derelerin, çayların akışı ve yönleri değiştirildi… Sulak alanların kıyı kenar çizgileri ihlal- işgal  edildi… Her yer gölet, HES lerle donatıldı/ donatılmakta… Sulak alanların beslenmesi sadece yağışlara bırakıldı…  Sulak alanlar kurudukça insanlar oraları işgal etti. Binlerce yıllıdır kendi kendine yeten, yaşayan doğal oluşum; insan müdahaleleriyle son elli yılda yok edildi… Yollar yamaçlar betonlaştırıldı, toprağın bırakın su tutması, toprak nefes alamaz hale getirildi, yüzey suları taşınamaz ve depo edilemez oldu… İşte; yağışlarda yerleşim alanlarının sular altında kalmasının,  bölgede insanların yazın yaşam-tarım, kışın göle dönmesinin nedeni de bu müdahaleler değil midir?

                    Yaşam alanlarına sahip çıkmakta geç kalınmadı mı?

    İstenmeyen sonuçlarla karşılaşmadan önlemler alınmalı, doğaya  bilimsel yaklaşılmalı.  Suyun yatağını işgal edersen, dereleri çayları kurutur, yönlerini insan isteğine göre yaparsan, dere yatağına yerleşirsen su yatağını bırakmaz. Su baskınlarının nedeni; küresel ısınma diyerek, işin içinden çıkılamaz… Çünkü bu  yerler önceleri ova değil sulak alandı. Bu olanlar; doğanın değil insanın oluşturduğu felakettir…
  Sulak alanların şimdiki nesillere azami ve devamlı yararlar sunabilecekleri ve aynı zamanda, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını ve özlemlerini karşılayabilme potansiyellerini devam ettirebilecek şekilde koruma ve kullanılması gerekir/di.
     “Unutulmamalıdır ki yaşamın kaynağı olan SU iyi yönetilirse bolluk ve bereket getirir, SU kötü yönetilirse kıtlık ve felaket getirir…”
  Dr. Erol KESİCİ  SDÜ  Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi-
TTKD Bilim Danışmanı