19 Ekim 2007

DİKENLİ ÇALILARIN (MAKİLERİN) YAKARIŞI

Beni tanıdınız mı?

Ben birçok bölgede dağlarımızı süslerim.

Yenipazar’da(AYDIN) yıllardır dağlarımızı yeşil tutmaya çalıştım. Yağan yağmurları köklerimle alıkoydum, tuttum. Yazın sıcak ve kurak günlerde pınarlara azar azar su bırakarak yabanın, insanların yanan yüreklerini söndürdüm. Görevim bununla da kalmadı. O minnacık keklik yavrularını, tavşan göcenlerini düşmanlarından sakladım. Günün sıcak saatlerinde gölgemde barındırdım. Ya taze sürgünlerimle beslenen o oğlakların nefaseti. Kimbilir neleri hayata tutundurdum da şimdi hatırlayamıyorum, size diyemiyorum.

Ya pelitlerimle beslenenler. Domuzlar, ağaçkakanlar, güvercinler. Kışın soğuklardan kaçıp gelenler. Çulluklar, ardıç kuşları, karatavuklar, benim dibimde kendilerini ana kucağında hissederler. Ormancılar bana pırnal meşesi de derler.

Küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu kuraklık, sıcaklık artışı, beni bu çok sevdiğim görevleri artık yapamaz hale getirdi. Genç bireylerim bu strese dayanamayıp tütünün çeşitli tonlarına bürünüp ölmeye durdular. Hele yangınlar, aman uzak dursun, adı bile beni korkutmaya yetiyor.
Kimisi geldi kazmayla, kimisi geldi dozerle beni kısım kısım sökerek; bağ, bahçe, orman için yer açtı. Beni azıcık parça parça bıraksaydınız da; çok sevdiğim görevlerimi yapabilsem olmaz mıydı?

Bunlar bir şey mi? Yavrularımı daha kanatları, bacakları güçlenmeden bohçacılar almaya durdular. Daha yeni dillenmişti yavrularım ah! ah! Allah’ım beterinden sakla derken, bir de belgeli avcılar çıka geldi. Yenipazar’ın avcısı yetmezmiş gibi çevre il ve ilçelerden doluştular. Her yerimi çiğnediler, taşladılar. Belgelisi, belgesizi insaf diye bir kelimeyi tanımayanlar, ne olur artık duyun beni!.

Yapa yalnız kaldım bu dağlarda, benim bu feryadımı duyup anlayabilecek misiniz?
Artık pelitlerim de çok küçük. Bunlarla beslediklerim de aç kalacak. Kışın gelecek güvercinlere karşı beni mahcup duruma düşürdünüz. Ya mozalar! Onlar da başının çaresine bakmaya başladılar. Duydum ki ovalardaki mısır tarlalarına inerlermiş. Mısır yerine bazen dom dom kurşunu yerler hayata veda ederlermiş.

Ülkemin insanının bu kadar sağır olduğunu doğrusu bilmiyordum. Galiba benim de işim Allah’a kaldı. Her gün sabah akşam Yaradan’ıma dua ediyorum: Yağdır Mevlam su.

İnsanoğlu bilmem anlatabildim mi?

Ali Altınkaya

20 Eylül 2007

SUSUZLUK

Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere bazı büyük şehirlerimiz susuzlukla imtihan ediliyor. Milyonlarca insanın yaşadığı şehirlerin susuz kalması veya susuzluğa mahkûm edilmeleri kabul edilebilecek bir durumu yansıtmamaktadır. Birkaç dakikalık yağmur büyük sevinçle karşılanıyor. Ancak çeşitli tedbirsizlikler, plansızlıklar veya başka nedenler yüzünden bu şehirlerimiz susuz bir yaz geçirmiştir/ geçirmektedir. Susuzluk nedeniyle ortaya çıkabilecek olan hastalıkların veya insanların çeşitli zararlarla yüz yüze gelmelerinin maliyetlerini kimin karşılayacağı apayrı tartışma konusudur.

Şehirleşme

Medeniyet kavramı şehirleşmeyi işaret etmektedir. Medine isminin de buradan geldiği bilinmektedir. Şehirleşmenin binlerce hatta milyonlarca insanın bir arada yaşadığı iş yaptığı, oturduğu mekânlar olması nedeniyle bir takım ilişkiler setini de beraberinde getirmiştir. Bu ilişkiler setinin gündeme getirdiği en önemli noktaları (çok sayıda insanın bir arada yaşamasının gerektirdiği hukuk düzeni dışında) şu şekilde özetlemek mümkündür.


1. Milyonlarca insanın bir arada yaşaması onların ulaşım, enerji, sağlık, barınma ve beslenme gibi ihtiyaçlarının karşılanmasını gerektirmektedir. Onlara temizlikleri için su aktarırken bir yandan da atıklarının hem o mekânlardan uzaklaştırılması hem de arıtılması gerekmektedir. Doğaldır ki bu süreç çok ciddi su kaynaklarına ihtiyaç göstermektedir. Hatta hastanelerin işlevlerini yerine getirebilmesi için suya ihtiyaç duymaktadırlar. Temiz ve yeterli miktarda suyun bulunmaması şehirlerde sağlık meselelerinin (salgın hastalık vs) ciddi tehlike olmasını getirmektedir. İşte bu nedenle şehirlerin yöneticilerinin çözmeleri gereken problemlerden birisi de budur. Bunun için uzun vadeli ciddi planlamalar yapılması gerekmektedir. Zaten şehre yönetici olmak için uğraşmanın sebebi bu sorunları çözmeye aday olmaktır. Su medeniyettir.

2. Öte yandan sanayi de çok büyük miktarlarda su kullanmaktadır. Suyun kullanılmadığı sanayi ise herhalde yoktur. Dolayısıyla gelişmek sanayileşmekle (bunun içine bilgi çağının gereklerini de dahil etmek gerekmektedir) paralelse yeterli su kaynaklarını oluşturmak zorunluluğu bulunmaktadır.

3. Şehirlerde yaşayan milyonlarca insanın konutlarıyla iş yerlerinin aynı yerlerde olamayacağından hareketle de mutlaka ulaşım problemlerinin çözümü gerekmektedir. Vatandaşlar bir yerden bir başka yere her gün sürekli olarak gidip geleceklerdir. Bu ulaşımın en az maliyetle ve çevreye en az zararla gerçekleştirilmesi ise ayrı bir çapayla çözümlenmesi zorunluluğu gündemden hiç kaybolmamaktadır. Bu da büyük boyutlarda enerji kullanımını o da enerji üretimini dolayısıyla suyu gerektirmektedir.

4. Öte yandan milyonlarca insanın bir arada yaşaması temizlik açısından, ısınma açısından, serinlemek açısından ve beslenme açısından enerjiye ihtiyaç göstermektedir. Köylerde yaşam sırasında bu boyutta enerjiye ihtiyaç duyulmayacağı açıktır. Üstelik hayat standartlarının gelişmesine paralel olarak enerji tüketimi de artmaktadır.

Şehirleşme aynı zaman da bu sorunların çözümünü de gerektirmektedir. Şehirleşme sonuç olarak su problemlerinin çözümüne bağlıdır. Tarih boyunca büyük şehirlerin akarsu veya deniz kıyılarında kurulmasının ana gerekçelerinden birisi budur. Hatta tarihte var olmuş büyük şehirlerin hepsinde su sorunu şu veya bu şekilde çözülmüştür. Sorunu çözmek için Bizanslılar ve Osmanlı su kemerlerini kullanırken orta çağda İtalyanlar tünelleri kullanmışlardır. Ama akarsuların kuruma ve/veya şehrin ihtiyacının akarsuyun boyutlarını aşması dolayısıyla şehirler doğal gelişme sınırlarının sonuna gelmişlerdir. Zaman içinde akarsuların kuruma veya kullanılamaz hale gelmesiyle birlikte o ihtişamlı şehirler de yok olup gitmişlerdir.

Sonuç olarak şehirleşme için su vazgeçilmezdir. Su medeniyettir. Ancak uzun zamandır özellikle batılı kaynakların yaptığı tahminler küresel ısınmanın Anadolu’da kuraklığa hatta çölleşmeye yol açabileceğidir. Bu tahminler akademik dünyanın malzemeleri olmak çıkmış günlük basın organlarının ana haberlerinden birisini oluşturmuştur. Bu topraklarda yaşayacağımıza ve başka topraklara gitmemizin de imkânsızlığı düşünülürse su probleminin hem şehirlerde hem de tarımda çözümlenmesi gerekmektedir. Bu durumda yöneticilerin veya karar makamlarında olanların bu gelişmeleri değerlendirerek şehirlerini gelmekte olan bu sorunlara karşı hazırlamaları, su kıtlığına dayalı yeni süreçler oluşturmaları gerekmektedir.

Yine Büyük Menderes
Benzeri gelişmeler büyük ihtimalle Büyük Menderes vadisinde de yaşanacaktır. Giderek kıtlaşan su şehirler ve tarım arasında paylaşılması meseleleri gündeme gelecek ve hatta tarım (köyler arasında da) içinde de paylaşım sorunları giderek derinleşecektir. Gelecekte daha büyük sorunlarla karşılaşmamak için şimdiden çeşitli tedbirler almakta, bir yandan toplumu bir yandan da kurumları hazırlamakta yarar vardır. Kuraklığın birkaç yıl daha devam etmesi halinde tarımın (en azından bizim bildiğimiz) veya yerleşim alanlarının cazibesi giderek kaybolacaktır.

Meydana gelebilecek olan iç göçler ülkenin iktisadi, sosyal ve siyasi istikrarını bozabilecektir.
Kuraklığın devamı ile birlikte insanlarımız ya iş alanlarını değiştirecekler ya da suyu mümkün olduğunca tasarruflu kullanacak üretim teknolojileri veya ürünler bulacaklardır. Aksi halde büyük göç hareketleri ve/veya karmaşalar kaçınılmazdır. Küresel ısınmanın ve onun sonucunda kuraklığın devam etmesine bağlı olarak en iyi ihtimalle ilk aşamada insanların yaşam tarzlarının uğraşı alanlarının ve tarımla uğraşıyorlarsa ürün yelpazelerinin değişmesi gerekmektedir. Aynı şehirlerde olduğu gibi karar noktalarında olanların veya önderlerin toplumları bu çerçevede hazırlamaları onların görevleri arasındadır.

İnsanoğlunun bunca badireden, felaketten çıkıp gelmesinin önemli nedeni her seferinde aklını kullanarak sorunlara çözüm bulmasıdır, bulabilmesidir. Ama her halükarda yöneticilerin sorumlulukları devam etmektedir. Sorunları tanrının üstüne atmaktansa sorumlulukların üstlenilip çözüm üretilmesinde büyük faydalar bulunmaktadır. Sorunları nasıl yarattıksa çözümleri de kendimiz yaratmak zorundayız. Çözüm yaratılması mekanizması da toplumun bütün taraflarının bir şekilde konu hakkında fikir üretmesiyle, tartışmasıyla bazı sorumluluklarını üstlenmesiyle mümkün olabilecektir. Zaten demokrasilerin önemli bir özelliği karar verenlerin verdikleri kararların sorumluluğunu da üstlenmeleridir.

Büyük Menderes’teki kuruma bölgemizdeki göllerde ve diğer sulak alanlarda da devam etmektedir. Beyşehir gölü bile kurumaktadır. Komşumuz Yunanistan ise günlerdir büyük yangınlarla uğraşmaktadır ki bu yangınlar doğal olarak bizi de yakından hem de olumsuz bir açıdan etkilemektedir.

Gidişat kuraklığın giderek daha da yaygınlaşacağını göstermektedir. Kuraklık yayıldıkça insanların, toplumların sularına daha çok sahip çıkmaları, sulak alanlarını ve su kaynaklarını en değerli varlıklarından birisi olarak korumaları daha da öncelikli konular arasına geçmektedir.
Toplumun bütün üyelerinin enerjisini küresel ısınma ve bunun yarattığı/yaratacağı konular üzerine çevirmesinde büyük yarar vardır. Aksi halde, ülkemiz çölleştiğinde tartışacak veya üzerinde kavga edecek pek fazla bir şeyimizin kalmayacağı açıktır.

Dr. Selim SOYDEMİR

29 Ağustos 2007

Ege kuruyor

29 Ağustos 2007 Yeni Asır Haberi

Ege'nin hayat damarları yok oluyor

Ve Azap Gölü de kurudu

Kuraklık nedeniyle Türkiye'nin birçok yerinde su yatakları kururken, Ege Bölgesi'nin Büyük Menderes Deltası ve Bafa Gölü'nden sonra, üçüncü büyük sulak alanı olan Azap Gölü de bu olumsuzluktan etkilendi. Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesi sınırlarında doğan, Denizli ve Uşak'tan gelen derelerle beslenip Denizli ve Aydın'dan geçerek Ege Denizi'ne dökülen Büyük Menderes Nehri, Haziran ayının sonlarında kurudu. Afyonkarahisar'ın Başmakçı ilçesi sınırlarında bulunan Acıgöl'ün ise büyük bir bölümü Temmuz ayında adeta çöle döndü. Gölde yaşayan başta flamingolar olmak üzere birçok kuş, bölgeyi terk etti. Aydın-Muğla il sınırındaki Azap Gölü'nde de bir yıl öncesine kadar binlerce su kuşu, birçok sualtı canlısı ve yaban hayvanı hayatını devam ettirken bugün su kuşlarının çoktan terk ettiği Azap Gölü'nde kuraklık yüzünden toplu halde balık ölümleri yaşanıyor.

Korkunç görüntü

Azap Gölü'nün acil olarak koruma statüsüne kavuşturulması gerektiğini belirten EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, gölde tarla açmak için, sazlıkların yakıldığını ileri sürerek, "Azap Gölü yüksek biyolojik çeşitlilik barındırmaktadır. Gölün, mutlaka yaban hayatı koruma alanı olarak ilan edilmesi gerekir. Geleceğimiz için sulak alanlarımızı korumalıyız" dedi.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Prof. Metin Lütfi Baydar da, gölde Eğirdir Su Ürünleri Fakültesinden bir grup bilim adamıyla yaptıkları incelemede, gölün koruma altına alınması konusunda rapor hazırladıklarını söyledi. Küresel ısınmanın etkisiyle Ege'de birçok sulak alanın kuruduğuna dikkat çeken Baydar, "Bu konuda çalışma yapan bilim adamlarının ifade ettiği gibi, 2020-2030'lu yıllardan itibaren çölleşme çok ciddi olarak görülecek. Bölgede doğal hayatın ve çevrenin korunması için ciddi çalışan bir sivil toplum örgütü olan EKODOSD'a biz de üniversite olarak gereken yardımları yapacağız" dedi.

Sırbistanlı doğasevenler ise, "Sulak alanlar bulunmuş olduğu bölgenin iklimini etkilemekte, buradaki yaban hayatına bir canlılık vermektedir. O nedenle ilgililerin sulak alanlarla ilgili mutlaka iyileştirme çalışmaları yapmaları gerekir. Buranın tanıtılması için kendi ülkemizde biz de uğraş vereceğiz" dediler."

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, kuraklıktan büyük ölçüde etkilenen Azap Gölü'nde meydana gelen toplu balık ölümlerinin büyük bir tehlikenin habercisi olduğunu söyledi. Sırbistanlı doğasevenlerin de yaptıkları incelemelerde bu tehlikeye dikkat çektiğini belirten Sürücü, "Geçen yıl bulunmuş olduğumuz bu yerde, tekneyle dolaştığımızı anlattık. İnanmak istemediler. Kuraklık sonucunda balıkların nasıl öldüklerini gösterdik. Sular çekildiği için ölen binlerce balığı gören misafirler çok üzüldüler" diye konuştu.

Azap Gölü'nün acil olarak koruma statüsüne kavuşturulması gerektiğini belirten Sürücü, gölde tarla açmak için, sazlıkların yakıldığını bileri sürerek, "Azap Gölü yüksek biyolojik çeşitlilik barındırmaktadır. Gölün, mutlaka yaban hayatı koruma alanı olarak ilan edilmesi gerekir. Geleceğimiz için sulak alanlarımızı korumalıyız" dedi.

Küresel felaket

Aydın-Muğla il sınırında, Bafa Gölü'nün kuzeyinde bulunan Azap Gölü'nün yüzölçümü 29 kilometrekare, rakımı 7 metredir. Azap Gölü, ılıman iklimin koşullarının olduğu bir sulak alan ekosistemidir. Büyük bir leylek kolonisinin olduğu Avşar Köyü yakınında bulunuyor. Azap Gölü, sığ ve köklü su bitkilerinin yoğun olarak bulunduğu ve besince zengin bir göl\n olup, yüksek biyolojik çeşitlilik barındırıyor. Sazlıklar bu biyolojik çeşitliliğin en önemli parça olarak biliniyor. Azap Gölü değişik özelliklerdeki zengin bitki çeşitliliği ile çok sayıda kuşa kuluçka imkanı sağlamasının yanı sıra göç esnasında konaklayan ve kışlayan kuşlar için cazip bir ortam oluşturuyor. Göl yüzeyinde bulunan sazlık ve adacıklarda Sakar Meke, Bahri, Küçük Batağan, Yeşilbaş, Küçük Akbalıkçıl ve Angıt türü kuşlar ürüyor. Küçük Karabatak ve Tepeli Pelikan gibi nesli tehlike altında olan türler de kışın gölde barınıyor. Gölde yöre halkı tarafından ağlarla balık avcılığı yapılıyor. Kış aylarında göle yerli ve yabancı birçok kuş gözlemcisi geliyor.

Büyük Menderes akmıyor

Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesi sınırlarında doğan, Denizli ve Uşak'tan gelen derelerle beslenip Denizli ve Aydın'dan geçerek Ege Denizi'ne dökülen Büyük Menderes Nehri, Haziran ayında kurumuştu. Denizli ve Aydın'daki tarım alanlarına hayat veren Ege Bölgesi'nin en önemli nehirlerinden olan Büyük Menderes'teki kuraklığı yerinde görmek amacıyla Büyük Menderes Nehri'ne gelen Germencik Tarım Kredi Yönetim Kurulu Üyesi Erol Önder ile Turanlar köyünden bir grup çiftçi, kuruyan alanda poz vermişti.

Bitki ve kuşlar için yuvaydı

Aydın-Muğla il sınırında, Bafa Gölü'nün kuzeyinde bulunAn Azap Gölü'nün yüzölçümü 29 kilometrekare, rakımı 7 metredir. Azap Gölü, ılıman iklimin koşullarının olduğu bir sulak alan ekosistemidir. Büyük bir leylek kolonisinin olduğu Avşar Köyü yakınında bulunuyor. Azap Gölü, sığ ve köklü su bitkilerinin yoğun olarak bulunduğu ve besince zengin bir göl olup, yüksek biyolojik çeşitlilik barındırıyor. Sazlıklar bu biyolojik çeşitliliğin en önemli parça olarak biliniyor. Azap Gölü değişik özelliklerdeki zengin bitki çeşitliliği ile çok sayıda kuşa kuluçka imkanı sağlamasının yanı sıra göç esnasında konaklayan ve kışlayan kuşlar için cazip bir ortam oluşturuyor. Göl yüzeyinde bulunan sazlık ve adacıklarda Sakar Meke, Bahri, Küçük Batağan, Yeşilbaş, Küçük Akbalıkçıl ve Angıt türü kuşlar ürüyor. Küçük Karabatak ve Tepeli Pelikan gibi nesli tehlike altında olan türler de kışın gölde barınıyor. Gölde yöre halkı tarafından ağlarla balık avcılığı yapılıyor. Kış aylarında göle yerli ve yabancı birçok kuş gözlemcisi geliyor.

Acıgöl çöle döndü

16 bin 500 hektar alana sahip olan, dağlardan gelen akımlar, kaynak suları ve Kocaçay Deresi'nin sularıyla beslenen Acıgöl, küresel ısınma nedeniyle Temmuz ayında adeta bir çölü andırmıştı. Kıyılardan yaklaşık 5 kilometre suyu çekilen Acıgöl'deki kuşların neslinin tükenmesinden endişe edilirken, flamingoların çokluğu nedeniyle geçtiğimiz yıllarda yerli ve yabancı turistlerin ziyaretçi akınına uğrayan göl, artık ziyaretçi fakiri oldu. Turizm açısından çok önemli bir yer teşkil eden flamingoların Acıgöl'ü terk etmesi, vatandaşların da tepkisine neden oluyor.

Acıgöl üzerinde bir zamanlar on binlerce flamingo olmak üzere birçok kuş türünün yaşadığını belirten vatandaşlar, bilinçsiz avlanma, çevre kirliliği ve kuraklık nedeniyle kuşların Acıgöl'ü terk ettiğini belirtiyor. Acıgöl'ün, yüksek sodyum sülfat konsantrasyonuyla, Tuz Gölü'nden sonra Türkiye'nin en tuzlu 2. gölü konumunda olduğu biliniyor.

12 Temmuz 2007

KURAKLIK VE YENİ YAŞAM


Küresel Isınma

Herkes özellikle yetkili ve etkili konumdakiler suçu küresel ısınmaya yüklüyor ve “lanet küresel ısınma yüzünden böyle oldu” diyor ve kurtuluyorlar.

Sanki küresel ısınmanın geleceği bilinmiyormuş gibi, sanki küresel ısınmada Büyük Menderes Vadisinin çok önemli oranda olumsuz etkileneceğinin yazılıp çizilmemiş gibi. Üstelik NASA Raporlarında bölge ismi hiç zikredilmemiş gibi pat diye gelen bir küresel ısınma var ortada. Ve bunun sonucunda da sular azaldı. Barajlar kapasitelerinin %20-30’una kadar indi.

Olay maalesef tamamen bizim dışımızda “ne yapacağız sadece ortada bulunan suyu paylaşalım”. Paylaşalım da nasıl paylaşalım. Kim bastırırsa onun tarafına mı akıtalım suyu. Yoksa herkese eşit miktar da mı aktaralım? Bu durumda hiç kimsenin işine de yaramazsa ne olacak? Sorular çok çeşitli.

Cevaplar ise sadece bir tane: “suyun tasarruflu kullanalım”. Ovalar arasında tayınlaşarak bölüştürelim.

Sınır Aşan Sular

Ama öncelikle hatırlatılması gereken bir nokta var değinmeden geçemeyeceğim. Sınır aşan sular meselesi ülkeler arasında hep sorun olmuştur. Bu kimi ülkeler arasında ciddi çatışmalara veya anlaşmazlıklara sebebiyet vermiştir. Örneğin Fırat ve Dicle’nin suları bizimle güney komşularımız arasında tartışmalar hatta siyasi krizlere neden olmuştur. Ama ilk defa bir ülke içinde, bir il içinde ilçeler arasında paylaşımda çeşitli tartışmalara neden olmaktadır.

Aslında bahsi geçen konuda herkes haklı olarak görünüyor. Ortadaki su azalınca herkes sudan daha çok pay alamaya çalışıyor. Ama bir taraf ne kadar çok su alırsa öbür taraf olumsuz etkilenecek.

Hele bu durum birkaç yıl devam edecek olursa hangi noktalara ulaşabileceğini düşünmek bile insanı ürpertiyor.

Düşünmek hatta ifade bile etmek istemiyorum ama çocukluğumda pamukların esas olarak Menderes’ten sulandığı dönemlerde ovada “suyu sen alacaksın ben alacağım” tartışmaları olurdu. Kimi zaman bu tartışmaların sonuçları istenmeyen noktalara varırdı.

Mahalli yöneticiler bu noktada tartışmaları hızlandırıcı, sertleştirici değil yumuşatıcı, paylaşımı teşvik edici olmalılardır.

Yeni Teknolojiler

Teknoloji üretiminin nedenlerinden birisini ihtiyaçlar oluşturmaktadır. Yaşanan sorunlar veya çözülmesi gereken problemler yeni yeni teknolojilerin geliştirilmesini, yeni yöntemler yaratılmasını zorlamaktadır. Anlaşılıyor ki Büyük Menderes ovası bu sorunlarla hep karşı karşıya kalacaktır. Bu günü geçiştirmek yarın aynı sorunlarla yüzleşmeyi ortadan kaldırmamaktadır.

Üstelik “bu günün sorunlarının dünün çözümleri” olduğu düşünülürse sorunları mutlaka geniş çevrelerde etraflı bir şekilde geniş katılımlarla tartışmakta yarar vardır. Aksi halde aklımıza ilk gelen ve hatta çok da hoşumuza giden pek çok çözüm yarının daha büyük sorunlarını yaratabilecektir. Tıpkı çeşitli göllerin sulama amacıyla neredeyse kurutulması da geçmişin sorunlarına karşı geliştirilmiş çözümlerdendir.

Yeni Yaşam Tarzı

Özellikle bölgemiz sanayicisi, üniversiteleri, araştırmacıları tarımı daha az suyla daha verimli nasıl yapabileceğimizi arayıp bulmak durumundadırlar. Bunun içinde siyasi karar vericilerin mutlaka teşvik ve/veya kredi ile bu araçların kullanımı desteklenmelidir.

İnsanoğlunun uzun yıllardır çeşitli felaketlerden kurtularak neslini devam ettirebilmiş olması aklını kullanması, eskiden yaşadıklarından tecrübe çıkarabilmesidir. Bu çerçevede bizim de dünyanın yeni yapısına veya oluşmakta olan yeni iklimine ayak uydurmamız gerekmektedir.

Aksi halde işimiz çok zor olacaktır.


Dr. Selim Soydemir

11 Mayıs 2007

Kamuoyu Açıklaması

Büyük Menderes Nehrinde meydana gelen kaza hk.

Bilindiği üzere, 8 Mayıs 2007 tarihinde Aydın'a bağlı Yenipazar İlçesi Donduran Köyü yakınlarında yapılan kanal çalışmasında maalesef iki işçimiz hayatını kaybetmiştir.

Olay hakkında basında yer alan bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, Akçay Sol Sahil Sulama Birliği Başkanlığınca, Büyük Menderes Nehri'nden kurutma kanalına su vermek üzere, Nehir kenarındaki setlere su borusu yerleştirmek amacıyla yapılan çalışmada çökme meydana gelmiş ve iki işçimiz de set çökmesinin altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

Platformumuzca Büyük Menderes Nehrinde set çekilmesi ve taban temizlenmesi çalışmasının, nehir dinamiği ve yöre sulaması hakkındaki risklerine müteaddit defalar dikkat çekilmiştir. Son dönemde yaşanan kuraklık ve Havzadaki su yönetiminde görülen koordinasyon eksikliği nedeniyle bu tür denetim dışı ve iş güvenliği ve tekniğine uymayan çalışmaların olması, arzu edilen olmasa da beklenmesi ve hakkında önceden önlem alınması gereken gelişmelerden olmalıdır.

Platform olarak bir kez daha altını önemle çizmek isteriz ki, Büyük Menderes Nehrinde yapılan Islah Çalışması, Nehrin ve Havzanın doğal yapısını bozmakta, yeraltı sularının beslenmesine engel olmaktadır. Bunun sonuçlarından biri olarak, artezyen kuyularından alınmakta olan sular, her sene daha derinliklerden çekilebilmektedir. Bu eğilimin sonucunda kuraklığın yeraltı sularına daha fazla zarar vereceğinden ve kuraklığın etkisini daha da artıracağından endişe edilmektedir. Bu itibarla, yapılan çalışmaların, Nehrin doğal taşkın alanları vasıtasıyla ovanın yeraltı su kaynaklarını doyurmasına imkan verecek şekilde yönlendirilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.

Son derece elim kazadan ders alınarak, yetkililerin havzadaki bu tür kontrolsüz ve plansız münferit olayların önüne geçmesi ve Havzada su yönetiminin daha şeffaf ve çağdaş yöntemlerle yapılmasının gerekli olduğu aşikardır.

Öte yandan, iki vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan çalışmanın bu şekilde yapılmasının altında yatan sebeplerden birisi olan Büyük Menderes Nehri Islah Çalışmasının muhtemel risklerinin ve çevresel etkilerinin tekrar gözden geçirilmesinde ve bu yapılırken toplumun tüm kesimlerinin görüşlerinin alınmasında yarar görülmektedir.

Platformumuz olarak, tüm ilgilileri yukarıda hususlar konusunda tekrar dikkate davet ederken, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet ve ailelerine başsağlığı diliyoruz.

AYDIN VE BÜYÜK MENDERES PLATFORMU

30 Mart 2007

Platformumuza yeni katılım

Sayın Ali Altınkaya Platformumuza katılmıştır. Aydın Yenipazar’da ikamet eden ve aynı zamanda başarılı yöre çiftçilerimizden olan Sayın Altınkaya Yenipazar Avcılar Atıcılar Spor Kulübü Başkanlığını da yürütmektedir. Kendisine Platformumuza hoşgeldiniz diyoruz.

Ali Altınkaya, DSİ 21.Bölge Müdürlüğü tarafından yapımına devam edilen Büyük Menderes Islah çalışmasının etkileri hakkındaki görüşlerini ilgililere aşağıdaki şekilde ifade etmiştir.

AYDIN VE BÜYÜK MENDERES PLATFORMU

---------------------0-----------------------

Sayın Altınkaya’nın Büyük Menderes Nehri Taşkın Önleme ve Islah Çalışması Hakkındaki Görüşleri


“a- Menderesin kenarlarının bu derece (bir ila iki metre) yükseltilmesi doğru olmamıştır. Bu, bu ovanın oluşum felsefesini tersine çevirmek anlamına gelmektedir. Ovanın alüvyonlarla beslenmesinin önüne geçilmektedir.

b- Bu çalışma, Söke beylerine su yetiştirmek için mi başlatılmıştır, diye sorunca çok kızdılar, ama evet de diyemediler.

Savunmaları şu: Derinleştiriyoruz, genişletiyoruz, çoraklar süzülecek, taşkınlar olmayacak. Zannediyorlar ki Menderes böyle kalacak. Çeşitli tehlikeli virajlara dönemeçlere kaya dolgu yapılmasına rağmen çok değil 3 sene sonra Menderes tabanının yükseleceğini, 1- 2 m. lik setlerin adeta helva kadar Menderes’e dayanamayacağını göreceğiz.

Pek tabii siz de bilirsiniz ki, suyun derinliği arttıkça hızı artar, taşkın zamanlarında özgül ağırlığı da artınca bu kinetik enerjinin önünde durulamaz bir hal alıyor. Taşma menendinde iken çok ördek avladık. İçin için kükrer Menderes, adeta buradan kaçın der. O eski kışlardan olmadı daha. Eğer baraj da dolar da iki kapak açarlarsa bir hafta arayla 3-4 günlük sürekli yağmur yağarsa seyret sen cümbüşü. Yenipazar sular altında. Neden? Kurutma kanalından tahliye edilemeyecek, onun kapasitesinin çok üzerinde su kurutmaya gelecek diye düşünüyorum.

c) Biz Yenipazarlılar olarak bu işten mağduruz. Şöyle ki: Dürbünlerimiz eskiden diyelim ki 1 m.den suyu alırdı, şimdi ise bu setin üzerine traktör çıkmak zorunda, dolayısıyla o kadar çektiği suyu yukarı kaldırmak zorunda. Bu da enerji dolayısıyla mazot yani ek masraf demek.

Öğretiyoruz arkadaşlara; “seti demir boruyla geçin, alıcınızı oraya bağlayın” ama bu söylediğimiz de 500 YTL tutar, sistem çalıştırması da artık zorlaşıyor v.b. gibi.

Bu ilave masraflar bize, bol su Söke’ye ... Hayırlısı.

d) Bu çalışma sürecinde ve sonrasında av ve yaban hayatına müdahale edilmiş oldu. Menderes kenarındaki bitki örtüsü adeta kaldırıldı. Halen normal görünüme kavuşamadı.

e) Menderesin kenarındaki bu setlerin üzerinde güvenli bir ulaşım yapılamıyor. Risk dolu bir trafik. Yolda patinaja düşebilirsiniz, plaj kumu gibi olan yerler var. Su zamanı adam dürbününe yanaşmış, hadi geç bakalım, kime laf anlatacaksın.

f) Halbuki Söke’ye elbette su yetiştireceksin. Ama yolu bu değil. Ne yapıp edip Çine Barajını hazır hale getireceksin. Ek su ihtiyacını buradan karşılayıp , Menderesin eski yatağı hiç kimseye dert olmayacaktı. Fazla su gönderilince Menderes'in kesitine sığmayan su çevreye zarar verdiği için her halde böyle bir çözüm üretildi.

g) Bu çalışmada gözden kaçan iki nokta daha var gibi geliyor. Biri herhangi sebeple olursa olsun bir taşma anında suların nasıl çekileceği kendiliğinden eskiden mümkün oluyordu, şimdi ise bunu mümkün görmüyorum. O suyun içine iş makinanı gönderip çalışamazsın da.

İkinci husus şudur. Eskiden taşkın olduğunda mevcut göllerimiz yeni su ile dolar beslenirdi. Şimdi ise bu mümkün değil. Yer altı beslemesi olan göllerimiz hayatiyetini devam ettirebiliyor, ama yazın tarla sulamasında bunlarda ha kurudu, ha kuruyacak duruma geliyor. Bu göllerin mutlaka Menderes'ten istenildiği anda istenildiği kadar beslenebilir hale getirilmesi gerekir. Doğal hayatın bu göllerde sürebilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum.

h) Bu durumu düzeltmek için mutlaka bir çalışma başlatmalıyız. Bu çalışmada herkesin fikrine açık olarak bir planlama yapılmalı, kurumlar arası işbirliği yapılarak kusursuz bir projeye imza atmalıyız. Türkiye Cumhuriyetine yakışan budur.

Ali Altınkaya

22 Mart 2007

Su kadar ömrümüz (mü) olsun..

Hepimiz biliriz. Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız bir deyimdir. Bir iyi niyet ve dilek ifadesidir. Genellikle büyüklerimize su verdiğimizde onlardan duyduğumuz ya da bizlerin küçüklerimize ifade ettiğimiz bir tek tümce. İşte o tümce. “Su kadar ömrün olsun.”


Bence bu dakikadan sonra bu tümce üzerinde biraz durup düşünmemiz gerekecek. Bu tümceyi kullanırken artık belki de bir iyi niyet ifadesi olarak kullanmamamız gerekecek. Belki abartılı olacak ama bu gidişle bu güzel temenni, bu güzel tümceyi kullandığınızda karşı taraf sizin için hiç de iyi niyetli olmadığınız konusunda düşüncelere sevk edilebilecek. Neden mi?

İşte nedenleri; Birleşmiş Milletler Çevre programının 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre raporuna göre başta Afrika ve Asya kıtaları olmak üzere dünyada 1.1 Milyar insan güvenli içme suyu, 2.4 milyar insan ise güvenli arıtma hizmetlerinden yoksun. 2032 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısıyla karşılaşabileceğine dikkat çekiliyor.

Su sıkıntısını en çok hissedecek ülkelerden birisi TÜRKİYE’dir.Dünyadaki su yoksulluk indeksine göre Türkiye’nin orta sınıfa girdiği görülmektedir.Dünya yıllık yağış ortalaması 1000 mm iken Türkiye’de ortalama yağış 640 mm’dir. Kişi başına düşen tatlı su miktarı açısından dünya ortalamasının 7000 m3 olduğu baz alındığında ülkemiz kişi başına yıllık 2940 m3 tatlı su ile düşük sınıfta yer almaktadır. 2004 yılı DİE verilerine göre ülkemiz nüfusunun %74’üne su şebekesi, %63’üne ise kanalizasyon şebekesiyle hizmet verilebilmektedir. Yaklaşık olarak her 4 insanımızdan 1’i yeterli su ve atık su hizmetlerinden yoksundur.

Ülkemiz insanının ancak %34’üne arıtılmış su sunulabilirken, ancak %37’sinin atık suları uygun şekilde arıtılabilmektedir. Diğer bir deyişle her 10 insanın 6’sı sağlıklı içme suyundan ve arıtma hizmetinden mahrumdur. 2004 yılı verilerine göre 58 adet Organize sanayi Bölgemizin sadece 9 tanesi (%15.5) deşarj izni 16 tanesinin (%27-6) ise arıtma tesisi bulunmaktadır. Üretilen atık suyun %75’i arıtılmaktadır. Arıtılmayan bu atık sular nehirlerimizi, göllerimizi, denizlerimizi, toprağımızı velhasıl geleceğimizi karartmaktadır.

Bu arada anayasamızın 56/2 maddesini de hatırlatmakta yarar var. “…çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve Vatandaşın ödevidir…” Birleşmiş Milletler Genel kurulu 1992 yılındaki 47. toplantısında Dünyamızın karşı karşıya kaldığı su sorunlarına dikkat çekmek ve bu konudaki çalışmaları tartışmak üzere her yılın 22. Mart gününü Dünya Su Günü ilan etmiştir.

Ülkemizde de 22 Mart Su günü olması dolayısıyla çeşitli etkinlik ve toplantılar düzenlenir. Sorunlar tartışılır çözüm yolları aranır.Yaşamın vazgeçilmezi ve yerine başka bir şeyin ikame edilemeyeceği, yaşamın su ile başlayıp uygarlıkların su yolları kenarlarında ortaya çıkıp geliştiği hepimizce bilinmektedir.

Kısacası, su her yerde insanın temel ihtiyaçlarında, tarımda, enerjide, sanayide, turizmde, ulaşımda. Bunca önemli bir maddenin, suyun önemini ve gereğini bu köşede tamamını anlatmak yada paylaşmak doğaldı ki mümkün değil. Yalnız bilmeniz gereken bir gerçek daha var. O da önümüzdeki dönemlerde su ülkeler arası bir savaş nedeni olabilecek. Bunun işaretlerini görebiliyoruz.

Su ile ilgili olarak hatırlanacağı gibi bölgemizdeki barajların ve kaynakların uluslararası yönetime (kimse bu uluslararası yönetim) devredilmesi tavsiye olarak 6 Ekim 2004 tarihli AB ilerleme raporuna girmiştir.

Avrupa Birliği ilerleme raporuna tavsiye olarak giren bu ifade satır aralarında adeta kaybolup gidiyordu. Ya da kaybolması isteniyordu. Ancak bu satırların kaybolup gitmesine izin vermeyecek ülkemizde duyarlı ve de bilinçli insanlarımız olduğunu da hatırlatmak isterim. Bir gazeteden alıntı yaptığım Sayın Onur ÖYMEN’in şu ifadelerini çok anlamlı ve önemli bulduğum için sizinle paylaşmak istedim.

“Bir Amerikan strateji ve dış politika dergisinde bir süre önce yayınlanan yazıda Türkiye’deki su kaynaklarının Ortadoğu’daki petrol kaynaklarından daha değerli olduğu söyleniyordu. Bu derginin yazarı bizce bu kaynaklar Türkiye’ye bırakılmalıdır, diyordu. Bütün bunları bir arada okuduğumuz zaman görünen manzara şudur.Türkiye’nin Güneydoğu’daki toprakları, kaynakları, su kaynakları, sulama sistemleri yabancıların iştahını kabartıyor”.

Doğru söze ne denir? Yeri gelmişken gözümüzün önünden akıp giden Büyük Menderes Nehrinin kirliliği ile ilgili olarak demeç verip konuşmanın vakti zamanı geldi geçti. Zaman eylem zamanıdır.

İbrahim Ayvazoğlu

6 Mart 2007

DSİ 21.Bölge Müdürlüğünden yanıt geldi

DSİ 21.Bölge Müdürlüğünden alınan, imzasız e-postayı yorumsuz kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz.
----------------------------------------------------------------

Sayın AYDIN VE BÜYÜK MENDERES PLATFORMU İlgilileri,

Öncelikle belirtmek isteriz ki Grontmij Firması'nın, projeyi sözleşme gereği Nehir Havzası Çalışma Grubu ile DSİ dışında kimseye dağıtması söz konusu değildir. Ayrıca Firma, DSİ Genel Müdürlüğü'nün bilgisi dışında kimseye bilgi vermeyecek kadar da deneyimli personele sahiptir.

Projede, sizin ifadenizle "NEHİRDE YAPILAN KANALLAMANIN EKOLOJİYİ TAMAMEN ETKİLEMİŞ OLDUĞU", Aynı şekilde "Büyük Menderes Nehri'nin asla iyi ekolojik duruma gelmeyeceği" ifadeleri kesinlikle yer almamaktadır.

Dolayısıyla yazdıklarınız hayal ürünü ve gerçek dışıdır.

Teşkilatımız; yerüstü ve yeraltısularını geliştirerek projeler üretmekte, böylece ülkemize ve halkımıza hizmet arzetmektedir. Menderes Nehri'nin kirlenmesi, ülkemizin katrilyonlarını harcayarak geliştirdiğimiz bütün barajları ve sulamaları olumsuz yönde etkilemekte ve ayrıca önemli doğal kaynaklarımız olan yeraltısuları ile verimli tarım arazilerinin kirlenmesine neden olmaktadır.

Mademki Büyük Menderes'le ilgileniyorsunuz Kurumumuzun çalışmalarının sizi mutlu etmesi gerekir. Rahatsızlığınızın nedenini anlamak mümkün değil.

Yaptığımız çalışmaları, kaynağından öğrenerek izlerseniz son derece büyük özverilerle ülkemiz için ne büyük hizmetler ürettiğimizi anlamakta güçlük çekmezsiniz. Ayrıca, Büyük Menderes Nehri Kirliliği ile ilgili çalışmalarınız varsa bu platformlarda Aydın Kamuoyuna açıklarsınız. Bizler bu işi sadece insanlara, çevreye, doğaya ve bu konularda söz sahibi olan kurumlara yardımcı olmak amacıyla fahri olarak bedelsiz çalışıp üretiyoruz. Bize, bu konularda halkı ve kamuyu bilgilendirmek amacıyla valiler tarafından görev verildiği için yapıyoruz. Eğer çalışmalarınız varsa gelin siz bilgilendirin. Varsa diğer kurumlar bilgilendirsin.

2 Mart 2007

DSİ 21.BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜNE DİLEKÇE YAZDIK

Sayın Halil İbrahim İNDAP
DSİ XXI. Bölge Müdürü,
AYDIN

Sayın Müdür,

Aydın İlinin ve Büyük Menderes Nehri Havzasının doğal kaynaklarının entegre ve bilimsel yöntemlerle yönetilmesini teşvik ve kamuoyunda bu konudaki bilgi ve görüş alışverişini artırmak amacıyla AYDIN VE BÜYÜK MENDERES PLATFORMU 'nu kurmuş bulunuyoruz.

Platformumuz, konu hakkındaki bilgi ve görüş alışverişini sağlamak üzere, ilk olarak bir tartışma forumunu http://buyukmenderes.blogspot.com/adresinde oluşturmuş bulunmaktadır.

İkinci iş olarak, Platformumuz konu hakkında bugüne kadar yapılmış olan en kapsamlı ve en önemli çalışma olan "Avrupa Su Çerçeve Direktifi'nin Türkiye'de Uygulanması Projesinin" el kitabına, uygulamacı şirket olan Grontmij firması vasıtasıyla ulaşmış ve incelemiştir.

El kitabında ve ilgili planlarda, Büyük Menderes Havzası su kaynaklarının karşı karşıya olduğu, kirlilik kaynakları dışında bir de "Büyük Menderes Nehri'nin ağır şekilde değiştirilmiş su kütlesi olduğu " ve " asla iyi ekolojik duruma gelemeyeceği" tespit edilmiş ve bu durumun sebeplerinden birisi olarak da "Nehirde yapılan kanallamanın ekolojiyi tamamen etkilemiş olduğu " belirtilmiştir.

Buna karşın, Bölge Müdürlüğünce proje sırasında ve sonrasında da "ıslah çalışması" adı altında Nehrin kanallamasına devam edilmiştir. Bundan sonra da bu uygulamanın sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Ayrıca Bölge Müdürlüğünüzün uygulamaları nedeniyle, banaz Çayı, Hamam Çayı, Çürüksu, Dandalaz Çayı ve Akçay'ın da ağır şekilde değiştirilmiş su kütlesi kapsamına girdiği görülmektedir.

Yaklaşık 454 bin Euro fon kaynağı harcanarak yapılmış olan Proje'nin bu anlamda amacına ulaşmadığı, hatta projede ulaşılan tespitlerin ve Su Çerçeve Direktifi kurallarının aksine hareket edildiği anlaşılmıştır. Halbuki Proje başlarken Sn Bölge Müdürümüz tarafından basına verilen demeçte "Bu kredinin alınıp projenin gerçekleşmesi halinden Menderes'in suyu tekrar içilir hale gelecek" demiştir. (Yeni Asır Gazetesi 2 Kasım 2004 tarihli nüshası)

Sayın Müdür,

Büyük Menderes Nehrinin kirlilik açısından kontrolü ve risk yönetimi, mevzuatla Çevre ve Orman Bakanlığı birimlerinin görev ve yetki alanına girmektedir. Bu bakımdan, Büyük Menderes Havzasındaki sorunların tespitinde ve çözüm önerilerinde Bölge Müdürlüğümüzün sürekli "kirliliğe" atıfta bulunmasının yerinde bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, su yönetimi alanında görevli ve su kaynaklarımızın entegre yönetiminden sorumludur.

Havzamızın bundan sonra nasıl entegre yönetileceği ve kanallama çalışması ile yapılan tahribatın nasıl restore edileceği konusunda Bölge Müdürlüğünüzün görüşlerinin tarafımıza ulaştırılmasını arz ederiz.

AYDIN VE BÜYÜK MENDERES PLATFORMU

1 Mart 2007

Platformumuz Vizyon ve Misyonunu Açıkladı

Değerli kamuoyuna ve hemşerilerimize duyurulur. BÜYÜK MENDERES PLATFORMU kurulmuştur.

Platformun amacı: Platformumuz, öncelikle Büyük Menderes Nehri Havzasının doğal kaynaklarının entegre ve bilimsel yöntemlerle yönetimini sağlamak ve gelecek nesillerin de Havzanın doğal kaynaklarından yararlanabilmesini temin amacıyla kamuoyu oluşturmak ve gerekli politikaların uygulanmasını sağlamak amaçlarını taşımaktadır.

Platformun vizyonu: Sahip olduğu ekonomik, doğal ve kültürel varlıkları, bilimin ışığında yöneterek sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde kullanan, koruyan ve gelecek nesillere aktaran, yaşam kalitesi yüksek bir havza yaratılmasıdır.

Bu amaç ve kararlılıkla, öncelikle konu ile ilgili bilgi ve görüş alışverişinin vazgeçilmez önkoşul olduğuna karar veren Platformumuz, http://buyukmenderes.blogspot.com/ adresinde tüm tarafları bilgi ve görüşlerini paylaşmaya ve Platforma destek vermeye davet etmektedir.

Merkezi Ankara'da ve Şubesi Aydın, Denizli ve Uşak'ta olmak üzere kurulan Platformumuz, su ve toprak gibi yerel doğal kaynaklarımızın, sadece kısa vadeli günlük çıkarlarımız değil, uzun vadeli çıkarlarımız göz önünde bulundurularak kullanım planının yapılmasını öncelikli şart olarak görmektedir.

Yerel sorunlara tüm ilgililerin katılımıyla ve modern bir bakış açısıyla yaklaşmayı esas edinen Platformumuz, çalışmalarında mümkün olduğu ölçüde uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliğini yararlı bir araç olarak görmektedir.

Kurumsal yapısı ve çerçevesi ilerleyen süreç içerisinde değerlendirilmek üzere, Platformumuzun kurucu üyeleri aşağıda sunulmuştur.

Tüm kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

BÜYÜK MENDERES PLATFORMU KURUCU ÜYELERİ

Hasan Köşklü
Hasan Kamil Palaz
Hilmi Bolatoğlu
Kadir Ercan
İbrahim Ayvazoğlu
Mustafa Çınar
Mehmet Ekizoğlu
Osman Elgün
Serkan Orcan
Selim Soydemir

Web: http://buyukmenderes.blogspot.com/
E-posta: buyukmenderes@gmail.com

23 Şubat 2007

Büyük Menderes ve Aydın İçin Yeni Açılımlar

ZEYTİN KARASUYU

Zeytin ve Zeytinin Faydaları

Dünya zeytinin ve zeytinyağının faydalarını yeni yeni keşfediyor. Dedelerimiz yüzlerce yıldır sabahları birer fincan zeytinyağı içtiklerinden onlarla dalga geçilirken şimdiler de gazetelerde ve televizyon programlarında sürekli zeytinyağının faydalarından bahsediliyor.

Zeytinyağının faydalarını bulabildiğimizce sıralarsak;
Kötü kolestrolü düşürücü özelliği nedeniyle kalp dostudur.
Hazmı en kolay yağ olması ve bağırsaklarda sindirilmesi nedeniyle de midenin asit dengesini bozmamakta dolayısıyla da mide dostu, üstelik kabızlığı da önleyici içeriği sahiptir.
Sahip olduğu vitaminler ve özellikle de E vitamini nedeniyle gelişme çağındaki çocukların kemiklerinin güçlenmesini sağlamaktadır.
İnsanlarımızın uzun ömür beklentilerine son derece uygundur. Anti-oksidan özellikleri nedeniyle de damar sistemimizi güçlendirici ve etkinliğini artırıcı bir fonksiyon taşımaktadır.

Aynı özelliği nedeniyle de kansere karşı koruyucu role sahiptir. Tansiyonu düzenlemektedir ve nihayet vitamin deposudur.

Zeytin ve zeytinyağının bu özellikleri gelecekte bu “ölmez ağacı” stratejik bitkilerden birisi haline getirecektir. İşte o nedenle yanan ormanların yerine zeytin ağacı dikilmesi önerisi bence de önemlidir. Ancak her tarafı zeytin ağacıyla doldurursak “toprağın yapısı ve kimyası nasıl etkilenecektir?” gibi soruların bilim adamlarınca cevaplanması gerekmektedir. Aksi halde kaş yapalım derken göz de çıkarabiliriz.

Karasu ve Doğadaki Etkisi

Fakat zeytinyağının bu güzel ve insan hayatı için önemli serüveni aynı zamanda kendi içinde ovamızın can damarı Menderes’in hayatını ve Menderes’in çevresindeki bizim hayatımızı derinden etkilemektedir. Zeytinyağı çıkarma sürecinde ortaya çıkan karasu toprağa, derelere sulak alanlara ve nihayet Menderes’e karışmaktadır. Yengbazalı dostumuz sevgili Mehmet Ekizoğlu’nun 01 Şubat 2007 tarihli bir notundan öğrendiğimiz kadarıyla karasu içerdiği tuz, yağ ve toksik maddeler nedeniyle doğaya büyük zararlar vermekteymiş. Bizim gibi zeytinin gerek ekonomik gerekse sosyal hayatta çok önemli yer işgal eden İspanya da yapılan araştırmalarda “10 yıl boyunca karasu dökülen topraklarda, yüzey temizliği yapıldıktan 2 yıl sonra bile toprağın 40cm’lik kısmı hala kullanılamaz halde kalıyormuş.

Bu durumda karasuyun etkisinin bertaraf edilmesi için biyomühendislik alanında çalışmalar devam ediyormuş. Umarız bir an önce kullanılabilir sonuçlara ulaşılır.

Karasuyun zararlı etkilerini azaltmak için uygulanabilecek bir başka yöntem ise atık suyun arıtılmasıdır. Ancak bu konu ise oldukça maliyetli bir süreç gibi görünmektedir. Maliyetin önemli bir unsuru değirmenleri dağınık olması, küçük ölçeklerde kurulmuş olmalarıdır. Dolayısıyla da birim işletme başına bağımsız bir arıtma tesisinin kuruluşu ciddi maliyetleri taşıyacaktır.

Çözüm Yolu Alternatifleri

Tartışılması gereken, bizim de burada başlatmak istediğimiz tartışma bir kaç yönlüdür.
Birinci olarak değirmenlerin arıtma tesisi kurması için devletin çeşitli şekillerde mali destek sağlamasıdır ki bu ciddi sorunları içinde taşımaktadır. Her şeyden önce devletin öncelikleri arasında yer alıp almamasına bağlıdır.

İkinci olarak değirmenlerin birleşerek toplu arıtma tesisleri oluşturmalarıdır. Doğal olarak bu yöntem de zeytinyağı işletmelerinin çok sayıda ve dağınık olması atıklarının bir araya getirilerek arıtılması mekanizmasının maliyetlerini artırmaktadır.

Üçüncü yöntem ise işletmelerin coğrafi veya hukuksal olarak bir araya gelmeleridir. Coğrafik olarak bir araya gelmeleri zeytinyağı organize bölgeleri oluşturulmasını getirirken, hukuksal olarak bir araya gelmeleri ise birleşerek anonim şirketler oluşturmaları böylece hem ölçek ekonomisinden yararlanmaları, hem de arıtma tesislerini daha etkin boyutlarda kurabilmeleridir. Bu yöntem ayrıca bahsi geçen şirketlerin piyasada da daha büyük oyuncu olarak faaliyet gösterebilmeleri imkânını getirecektir. Doğal olarak da dünya çapında bir oyuncu olmaya yönelebileceklerdir.

Nihayetinde sonuncu bir yöntem ise üç mekanizmadan bağımsız olarak doğal arıtma yöntemlerinin araştırılması ve uygulanmasıdır.

Doğar (Doğal Arıtma Yöntemi)

Çeşitli resmi ve sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli köylerde uygulanmaya çalışılan yöntemle köylerde (kanalizasyonu tamamlanarak atık suların bir araya getirilebildiği) atık sular önce dinlendirilerek ve ardından da bitkiler yardımıyla tamamıyla doğal süreçlerle arıtılmaktadır. Geleneksel yöntemlerin kırkta birine mal olan bu mekanizmalarla hem çevre hem de atık sular tekrar kazanılmaktadır. Ankara-Haymana-Dikilitaş, Ankara-Güdül-Yeşilöz ve İzmir-Torbalı-Korucuk köylerinde başlatılan pilot uygulamalar karasu açısından da geliştirilebilir.

Bir tür yapay sulak alan* yaratma süreci olan bu mekanizma ile doğadaki arıtma örnek alınmaktadır. Hazırlanan sığ havuzların taban ve duvarları kil ile kaplanıp, suyu seven bitki köklerinin kolay yerleşebileceği filtre malzemeleri ile dolduruluyor. Böylece atık sulardaki organik maddeler, ağır metaller, toksik maddeler ve çeşitli biyolojik maddelerin arıtılmasını sağlıyor.

Karasu meselesinde yukarıda ele almaya çalıştığımız çözüm alternatifleriyle beraber Doğar yöntemlerinin tartışılıp geliştirilerek uygulanmasında yarar vardır. Üstelik bu amaca yönelik olarak Avrupa Birliği dâhil Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan kaynak ve teknik destek bulunması imkân dâhilindedir.

Selim SOYDEMİR


* Sulak alanlar konusunda Mehmet Ekizoğlu tarafından kaleme alınan ve bu sayfada yayınlanan “Çözüm Sulak Alanlar” yazısına bakılabilir.

13 Şubat 2007

Çözüm:Sulak Alanlar

Hindistan'ın Kalhana Bölgesindeki 12nci yüzyıldan kalma Rajatarangini tapınağında çok ilginç bir söz var, devlet ve bürokrat ile ilgili: "Yengeç babasını öldürür ve beyaz karınca annesini ısırır ama yeteneksiz Kayastha (yönetici), güçlendiğinde, herşeyi mahveder."

Sağlıklı nehirler

Büyük Menderes Nehri hakkında çok yazdık, çizdik ama yazmaya da devam edeceğiz. Bugüne kadar sorunları anlatırken en büyük talihsizliğin yetki karmaşası olduğunu ve bugüne kadar yapılanların bilinçsizce yapıldığını izah etmeye çalıştık.

Çok eski bir çevre örgütü olan Izaak Walton League of America, bildirilerinden birisinde der ki: "Sağlıklı nehirlerin kenarlarında bitkiler olur, etrafında menderesler yaparak ilerler ve nehir içi derinlikler, havuzlar ve tepecikler ile kaplıdır. Kenarlar ve nehir içi düzeltilip duvar haline getirildikçe nehirin akış hızı artar, dibinde yavaşlatan ve tutan bir yüzey kalmadığı için felakete hazır hale gelir. Kenarları düzeltilmiş ve ağaçları sökülmüş nehirler erozyona ve sel felaketine yol açarlar."

Büyük Menderes Nehri sağlıklı bir nehirdi. Çevresinde ağaçları ile, nehir tabanının çeşitliliği, menderesler yaparak ilerlemesi, adaları, bırakarak ovamıza hediye ettiği küçük gölleri ile çok güzel bir nehirdi. Buna bir örneği nehrin Koçarlı Ovasındaki küçük bir kısmında hala görebiliyoruz. Ekteki uydu fotografı Büyük Menderes'in etrafında yeşerttiği alanı çok iyi gösteriyor.




Neydi ne oldu?


Şimdi kenarları mühendislik ile bozuldu. Ağaçlar söküldü ve yakıldı. Nehir dibi kazınarak yüzeyi bozuldu. Kenralarındaki gölcüklerin de ölüm fermanı kesildi. Gerek bağlantı sularının kesilmesiyle, gerekse belediyeler tarafından dökülen çöp ve molozlar ile.. Ekteki ikinci resim ise bu çalışmanın yapıldığı alandan bir kesiti gösteriyor. Çarpıcı olması için Akçay'ın, ağaçları sökülmüş, dibi kazınmış ve kenarları set haline getirilmiş nehre döküldüğü noktasını aldım. Akçay sanki asıl nehir de, Büyük Menderes bir kanalmış gibi...

Çözüm

Halbuki sel felaketinin önüne geçebilecek en büyük ve en masrafsız mekanizma doğal sulak alanlardır. Yarım hektarlık bir sulak alan, 4 milyon litre su tutma kabiliyetine sahiptir (Kaynak:EPA, Amerikan Çevre Koruma İdaresi).

Büyük Menderes Nehrinin geçtiği yerlerdeki sulak alanlar "bataklıkların kurutulması" kampanyasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren, en çok da 1950li yıllarda kurutularak bugünkü pamuk tarlaları oluşturulmuştur. Aynı zamanda nehrin kollarının üzerine barajlar da inşa edilmiştir. Tarım için alınan bu önlemler düzenlenirken, nehrin ne yapacağı hiç akla gelmemiştir. Bu doğaldır. O zamanlar bütün dünyanın yapmakta olduğu şey budur. Ancak zaman değişmiştir. Bilim ilerlemiş ve set inşa etme, kapak yapma, kenarına taş koyma gibi tedbirler geride kalmıştır.

Artık Büyük Menderes Nehrini eski haline getirmeye başlamanın zamanı gelmiştir.

Bu neye yarayacak?

Birincisi Aydın Ovasına yarayacak. Büyük Menderes taşkınları ile, sulak alanları ile iklimimizi ve toprak yapımızı tarım için desteklemeye devam edecek.

İkincisi insanımızın içme suyuna yarayacak. Global ısınmanın, yeraltı ve yerüstü sularının fevkalade önem kazandığı şu günlerde, içme ve kullanma suları atıklardan, tarımsal ilaç artıklarından sulak alanlarca temizlenecek ve salgın hastalıklar ve kanser vakaları azalacaktır.

Üçüncüsü ise yıkıcı sel felaketlerinin önüne geçilmesidir. Seller ve yıkıcı taşkınlar, sulak alanların emici özelliği ile durdurulacaktır. Halen uygulanan eski yöntemlerle Büyük Menderes daha da hızlandırılmakta ve yıkıcılığı artırılırken yararlanılamadan suları, tabir caizse "def edilmektedir".

Bir başka yarar da, doğal hayata habitat sağlanması olacaktır ki, kurulacak tesislerle, bu gençler için eğitim alanı, bilimadamları için hazır laboratuvar ve insanımız için gezi ve eğlence merkezleri demektir.

Az bir fedakarlıkla kurulacak olan sulak alanlar, bir çok zararın önüne geçecek ve beraberinde bir çok faydayı da sağlayacaktır. Bunu gerçekleştirecek bilgi birikimi üniversitelerimizde mevcuttur. Yeter ki bilinç ve irade olsun.

Mehmet Ekizoğlu

2 Şubat 2007

Menderes Vadisi ve Aydın İçin Yeni Bir Açılım

GENEL OLARAK

Ülkemizin dış ticaretinde pamuğun, incirin ve üzümün çok önemli yer tuttuğu dönemde Menderes Ovası ekonomik olarak önemli bir yer tutmaktaydı. Ancak zaman içinde sanayi geliştikçe ve sınaî ürünlerin dış ticaretimizde giderek daha önemli yer tutmaya başlamasıyla beraber eski önemini yitirmiş görünmektedir. Aydın ilinin adam başı geliri ise son yıllarda Türkiye ortalamasının altında seyretmektedir. Adam başı gelir açısından önceleri Türkiye ortalamasının üstünde seyrederken 1990ların sonuna doğru ortalamaya inmiş, 20001 yılında da Türkiye’de adam başına gelir 2146 dolar iken Aydın’da söz konusu rakam 2017 dolara inmiştir.

Sanayide üretilen katma değerin tarıma göre çok fazla olması, istihdam kapasitesinin yüksekliği nüfus artışıyla bir araya gelince sanayileşme ön plana çıkmış ve bu da tarım alanlarının korunması neredeyse imkânsızlaşmıştır. Sanayileşme ve bunun yanı sırada nüfus artışı (göç dahil) tarımsal arazilerin kullanımı gündeme getirmiştir. Düz ovanın sağladığı ulaşım ve inşaat maliyetlerinin düşüklüğünün yarattığı rekabet avantajları tarımsal arazilerin daha çok kullanımına yardımcı olmaktadır. Pek çok ülkede ve bölgede yaşanan bu süreç bizde de yaşanmaktadır ve yaşanacaktır.

Öte yandan Büyük Menderesin denize kavuşmasının son aşamasında yer almamız ve havzadaki bütün sanayi tesisleri ile yerleşim yerlerinin atıkları için kanalizasyon* olarak kullanılması ise onun ve bizim geleceğimizi ciddi olarak sıkıntıya sokmaktadır.

Küresel ısınma ve su kaynaklarının azalması bu sürece yönelik tartışmalara yeni bir boyutlar kazandırmaktadır. Doğanın korunması tartışmalarının bir başka cephesini oluşturmaktadır. Üstelik su kapasitesi açısından dünya ortalaması altında yer alan ülkemizde sulak alanlarının ve su kaynaklarının korunması giderek daha da önem kazanmaktadır. Gelecek yıllar içinde çıkabilecek kriz senaryolarından en önemlilerinden birisi olarak suların paylaşımı gelmektedir. Bu durumda elimizdeki kaynakların kıymetini bilmekte büyük yarar vardır.

Söz konusu tartışmaların sona ermesi imkânsız görünmektedir. Milyonlarca yılda oluşan ve neredeyse 5000 yıldır insanın oturduğu, yerleşik düzende yaşadığı bu toprakların varlığının korunması ise bir başka sorunu doğurmaktadır. Acaba bu toprakları çocuklarımıza bırakabilecek miyiz yoksa çocuklarımıza bir zamanlar buraları ovaydı, derelerinden ağaçlarından bal akardı mı diyeceğiz.

Soruna standart bir sanayileşme, şehirleşme ve gelişme perspektifinden baktığımızda başka bir seçenekte görünmemektedir. Bu nedenle yeni bir yaklaşım süreci geliştirilmelidir. Başkalarını, başka şehirleri veya bölgeleri taklit ederek gidilecek mesafe bellidir. Ama yeni bir perspektif belirlenmelidir. Belki bu perspektifin belirlenmesinde özellikle Aydın’ın yerel yöneticilerinin ve üniversitenin önemli bir rolü olacağını düşünüyorum. Tabiî ki Aydın da yetişip dışarıda görev almışların katkısı da yadsınmamalıdır.

BİR ÖRNEK

Çok değil bundan yaklaşık elli yıl kadar önce dünya çelik endüstrisinin merkezi olan Pittsburgh (ABD) şehrinin merkez nüfusu 1950lerde 700 bine ulaşmış, çevre nüfusu ise bunun çok üstüne çıkmıştır. Bu dönemde “iron city” unvanını alan, ancak çelik endüstrisinin yapısı ve kömür madenlerinin sonucunda şehir hava kirliliği açısından da dünya da ön sıralara yükselmiştir.

İkinci dünya savaşından sonra “temiz hava ve şehrin yeniden canlandırılması” projesi kapsamında yeni ama zorlu adımlar atılmış, bir deyişle de “Rönesans”a girişmişlerdir. Bu süreç içinde 1980lerde bir yandan çelik endüstrisini yenileme bir yandan da çelik endüstrisinin sorunlar yaşaması şehrin Rönesanssının hızlanmasını getirmiştir.

Gerek toplumun gerekse şehir yönetiminin ve gerekse üniversitelerin büyük katkısıyla şehrin çeliğe dayalı endüstri yapısı değiştirilmiş, şehir daha teknoloji yoğun daha çevre dostu bir alana yönelmiştir. Bu gelişmelerin sonucunda şehrin nüfusu yarı yarıya azalmış, ama ekonomisi yüksek teknolojili alanlara yönelmiş, sağlık ve hastane, turizm, nükleer mühendislik, biyomedikal endüstri ve eğitim (üniversite) bölge yaşamının temelini oluşturmuştur.

İlimiz AYDIN bulunduğu bölge olarak (iklimiyle, coğrafyasıyla, tarihiyle) tam bir nimet. Bu nimeti tahrip etmeden klasik yollar dışında yeni süreçler üreterek Aydın’ın gelişmesine katkıda bulunacak yeni alanlar üretilmesine gayret sarf edilmelidir.

BİRKAÇ ÖNERİ

Aydın ve Menderes Vadisi binlerce yıldır insana kucak açmıştır. Bu nedenle o insanların hepsinin izini içinde taşımaktadır. Pirene’den Milet’e, Milet’ten Tralles’e, Tralles’ten Orthasia’ya, Orthasia’dan Nyssa’ya, Nyssa’dan Afrodisyas’a ve nihayet Afrodisyas’tan Hierapolis (Pamukkale)’e kadar uzanan başka bir yerleşim yerinin dünyada bulunduğunu sanmıyorum.

Aydın bu hazinenin üstünde oturuyor. Ama maalesef bu konudaki girişimlerde sadece turist getirip gezdirmek üzerine oluşturuluyor.

Elbette turist gezdirmek onları konaklatmak son derece önemlidir. Ama bir başka nokta daha var ki onu genellikle atlıyoruz. Örneğin Adnan Menderes Üniversitesi eminim kendisine bu tür bir hedef seçmiştir. Roma ve Eski Grek tarihi üzerine bir numara olunmalıdır. Dünya’da tarihçiler bu dönemi çalışanlara sormalılardır “Sen Adnan Menderes Üniversitesi’nde bulundun mu?” diye.

Aydın ve Menderes Vadisi binlerce yıldır insanoğlunun zeytin, incir ve pamuk üretim merkezlerinden birisi olmuştur. Sahip olduğu bu birikim için dünya büyük paralar harcarken biz bu birikime doğuştan sahip olmuşuz. Bu kapsamda yine tarih alanında olduğu gibi pamuk, incir ve zeytin alanında çalışacak olanlara “Sen Adnan Menderes Üniversitesi’nde bulundun mu?” sorusunu sordurabilirsek, gelen turist artık eğitim turisti olacaktır.

Üstelik vadimizin iklimi yine dünyada aranıp ta bulunamayan, insanların yaşamak istedikleri bir yapıdadır. Dolayısıyla sağlık perspektifinden yaklaşan ve bölgemizi hastaneler bölgesi yapabilecek olan girişimler yine vadimizi dünyanın önemli merkezlerinden birisi yapacaktır. Örneğin Kuzey Avrupalılar sağlık anlamında dinlenecek yerler aramaktadırlar. Bunun içinde o ülke yönetimleriyle anlaşmalar yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda dinlenmesinde yarar görülen çalışanlarını bir aylığına iki aylığına tebdil-i hava için ılıman bölgelere göndermektedirler. İşte bu da bizim açımızdan önemli bir alan olabilecektir.

Bölgemizin tarımsal yapısı değiştirilmelidir. Hep tartışılan organik tarım yanında tarımsal işletmelerin oluşturulmasının zamanı gelmiştir. Küçük araziler yerine büyük arazilerde katma değeri yüksek ürünlere kayılması gerekecektir. İnsanlar yaşamak için et ve sebze yiyeceklerdir. Bilimsel ve ekonomik olarak yapılacak olan bu üretim bölgenin ekonomik yapısını bir anda değiştirebilecektir.

Nihayet özellikle denize yakın yerlerimiz tatil cenneti haline gelmiştir. Ama buralarda tarlalar bozularak yapılan yazlıklarımız yılda sadece birkaç ay kullanılabilmektedir. Yazları yine sahiplerince kullanılabilecek şekilde, ama kışları bu konutların bakımı karşılığı oluşturulabilecek bir üniversite yerleşkesine dönüştürülebilir. Sadece eğitim yapılacak binaların yapılmasıyla buralar dünya çapında üniversiteler haline getirilebilir. Aksi takdirde yazın birkaç ay kullanılan bu konutlar ekonomik anlamda etkin olarak kullanılmamaktadır.

SON SÖZ

Bu yazıdan ve başlatmak istediğimiz tartışmadan amacımız gelişme ve kalkınmanın mutlaka klasik ve bizden önceki şehirlerin uyguladığı yöntemlerle olmayabileceğidir. Başka yol ve yöntemlerin de olabileceğidir. Tartışma ve görüşmeler bu yolları açığa çıkarabilecektir.

Ama İlimizin bazı alanlarda, özellikle sanayileşme alanında geç kalmış olması avantaja dönüştürülebilir ve Büyük Menderes vadisi ve Aydın ilinin Türkiye’nin ve Dünyanın önemli bir kültür, sağlık, eğitim ve katma değeri yüksek tarım üssü olabilir diye düşünüyoruz.

Dr. Selim SOYDEMİR

* Bu noktada özellikle Uşak deri tesislerinin Organize Sanayi Bölgesine taşınması ve atıklarının Menderes’e boşaltılmasını engelleyen Uşak Valisi Sayın Kayhan KAVAS’a teşekkür etmek istiyorum.

10 Ocak 2007

YORUM VE TARTIŞMA KURALLARI


Değerli ziyaretçiler,

Platformumuzda Büyük Menderes Havzasının sorunlarını, gündemini konuşma ve bilgi alışverişinde bulunma amacını taşıdığımızı daha önce belirtmiştik. Bu bakımdan ziyaretçilerimizin eleştiri, görüş ve katkılarını belirtirken uyacakları bazı ilkeler belirlenmiştir.

Tartışmaların amaç dışındaki konulara sapmaması, kendisinden beklenen fikri gelişmeyi sağlaması açısından sayfamıza yazı yazacak veya yorum yapacak tüm dostlarımızdan bu ilkelere titizlikle uymalarını rica ediyoruz.

Yazı, Görüş ve/veya Yorum İlkeleri


- Blog’un amacını Büyük Menderes Havzasının sorunları ve vadinin yaşatılması oluşturmaktadır. Bu amaç dışındaki konular kapsamımız dışındadır.


- Blog’da ileri sürülen fikirlere taraf olmak kadar karşı olmak da mümkündür.


- Tartışmalarda ileri sürülen her fikir kıymetlidir ve değerlendirilmeye layıktır.


- Tartışmalarda küfür, hakaret, aşağılama kesinlikle kabul edilemez.


- Blog’un herhangi bir siyasi kimliği, beklentisi veya düşüncesi yoktur. Dolayısıyla siyaset kapsamımız dışındadır.