23 Şubat 2007

Büyük Menderes ve Aydın İçin Yeni Açılımlar

ZEYTİN KARASUYU

Zeytin ve Zeytinin Faydaları

Dünya zeytinin ve zeytinyağının faydalarını yeni yeni keşfediyor. Dedelerimiz yüzlerce yıldır sabahları birer fincan zeytinyağı içtiklerinden onlarla dalga geçilirken şimdiler de gazetelerde ve televizyon programlarında sürekli zeytinyağının faydalarından bahsediliyor.

Zeytinyağının faydalarını bulabildiğimizce sıralarsak;
Kötü kolestrolü düşürücü özelliği nedeniyle kalp dostudur.
Hazmı en kolay yağ olması ve bağırsaklarda sindirilmesi nedeniyle de midenin asit dengesini bozmamakta dolayısıyla da mide dostu, üstelik kabızlığı da önleyici içeriği sahiptir.
Sahip olduğu vitaminler ve özellikle de E vitamini nedeniyle gelişme çağındaki çocukların kemiklerinin güçlenmesini sağlamaktadır.
İnsanlarımızın uzun ömür beklentilerine son derece uygundur. Anti-oksidan özellikleri nedeniyle de damar sistemimizi güçlendirici ve etkinliğini artırıcı bir fonksiyon taşımaktadır.

Aynı özelliği nedeniyle de kansere karşı koruyucu role sahiptir. Tansiyonu düzenlemektedir ve nihayet vitamin deposudur.

Zeytin ve zeytinyağının bu özellikleri gelecekte bu “ölmez ağacı” stratejik bitkilerden birisi haline getirecektir. İşte o nedenle yanan ormanların yerine zeytin ağacı dikilmesi önerisi bence de önemlidir. Ancak her tarafı zeytin ağacıyla doldurursak “toprağın yapısı ve kimyası nasıl etkilenecektir?” gibi soruların bilim adamlarınca cevaplanması gerekmektedir. Aksi halde kaş yapalım derken göz de çıkarabiliriz.

Karasu ve Doğadaki Etkisi

Fakat zeytinyağının bu güzel ve insan hayatı için önemli serüveni aynı zamanda kendi içinde ovamızın can damarı Menderes’in hayatını ve Menderes’in çevresindeki bizim hayatımızı derinden etkilemektedir. Zeytinyağı çıkarma sürecinde ortaya çıkan karasu toprağa, derelere sulak alanlara ve nihayet Menderes’e karışmaktadır. Yengbazalı dostumuz sevgili Mehmet Ekizoğlu’nun 01 Şubat 2007 tarihli bir notundan öğrendiğimiz kadarıyla karasu içerdiği tuz, yağ ve toksik maddeler nedeniyle doğaya büyük zararlar vermekteymiş. Bizim gibi zeytinin gerek ekonomik gerekse sosyal hayatta çok önemli yer işgal eden İspanya da yapılan araştırmalarda “10 yıl boyunca karasu dökülen topraklarda, yüzey temizliği yapıldıktan 2 yıl sonra bile toprağın 40cm’lik kısmı hala kullanılamaz halde kalıyormuş.

Bu durumda karasuyun etkisinin bertaraf edilmesi için biyomühendislik alanında çalışmalar devam ediyormuş. Umarız bir an önce kullanılabilir sonuçlara ulaşılır.

Karasuyun zararlı etkilerini azaltmak için uygulanabilecek bir başka yöntem ise atık suyun arıtılmasıdır. Ancak bu konu ise oldukça maliyetli bir süreç gibi görünmektedir. Maliyetin önemli bir unsuru değirmenleri dağınık olması, küçük ölçeklerde kurulmuş olmalarıdır. Dolayısıyla da birim işletme başına bağımsız bir arıtma tesisinin kuruluşu ciddi maliyetleri taşıyacaktır.

Çözüm Yolu Alternatifleri

Tartışılması gereken, bizim de burada başlatmak istediğimiz tartışma bir kaç yönlüdür.
Birinci olarak değirmenlerin arıtma tesisi kurması için devletin çeşitli şekillerde mali destek sağlamasıdır ki bu ciddi sorunları içinde taşımaktadır. Her şeyden önce devletin öncelikleri arasında yer alıp almamasına bağlıdır.

İkinci olarak değirmenlerin birleşerek toplu arıtma tesisleri oluşturmalarıdır. Doğal olarak bu yöntem de zeytinyağı işletmelerinin çok sayıda ve dağınık olması atıklarının bir araya getirilerek arıtılması mekanizmasının maliyetlerini artırmaktadır.

Üçüncü yöntem ise işletmelerin coğrafi veya hukuksal olarak bir araya gelmeleridir. Coğrafik olarak bir araya gelmeleri zeytinyağı organize bölgeleri oluşturulmasını getirirken, hukuksal olarak bir araya gelmeleri ise birleşerek anonim şirketler oluşturmaları böylece hem ölçek ekonomisinden yararlanmaları, hem de arıtma tesislerini daha etkin boyutlarda kurabilmeleridir. Bu yöntem ayrıca bahsi geçen şirketlerin piyasada da daha büyük oyuncu olarak faaliyet gösterebilmeleri imkânını getirecektir. Doğal olarak da dünya çapında bir oyuncu olmaya yönelebileceklerdir.

Nihayetinde sonuncu bir yöntem ise üç mekanizmadan bağımsız olarak doğal arıtma yöntemlerinin araştırılması ve uygulanmasıdır.

Doğar (Doğal Arıtma Yöntemi)

Çeşitli resmi ve sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli köylerde uygulanmaya çalışılan yöntemle köylerde (kanalizasyonu tamamlanarak atık suların bir araya getirilebildiği) atık sular önce dinlendirilerek ve ardından da bitkiler yardımıyla tamamıyla doğal süreçlerle arıtılmaktadır. Geleneksel yöntemlerin kırkta birine mal olan bu mekanizmalarla hem çevre hem de atık sular tekrar kazanılmaktadır. Ankara-Haymana-Dikilitaş, Ankara-Güdül-Yeşilöz ve İzmir-Torbalı-Korucuk köylerinde başlatılan pilot uygulamalar karasu açısından da geliştirilebilir.

Bir tür yapay sulak alan* yaratma süreci olan bu mekanizma ile doğadaki arıtma örnek alınmaktadır. Hazırlanan sığ havuzların taban ve duvarları kil ile kaplanıp, suyu seven bitki köklerinin kolay yerleşebileceği filtre malzemeleri ile dolduruluyor. Böylece atık sulardaki organik maddeler, ağır metaller, toksik maddeler ve çeşitli biyolojik maddelerin arıtılmasını sağlıyor.

Karasu meselesinde yukarıda ele almaya çalıştığımız çözüm alternatifleriyle beraber Doğar yöntemlerinin tartışılıp geliştirilerek uygulanmasında yarar vardır. Üstelik bu amaca yönelik olarak Avrupa Birliği dâhil Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan kaynak ve teknik destek bulunması imkân dâhilindedir.

Selim SOYDEMİR


* Sulak alanlar konusunda Mehmet Ekizoğlu tarafından kaleme alınan ve bu sayfada yayınlanan “Çözüm Sulak Alanlar” yazısına bakılabilir.

13 Şubat 2007

Çözüm:Sulak Alanlar

Hindistan'ın Kalhana Bölgesindeki 12nci yüzyıldan kalma Rajatarangini tapınağında çok ilginç bir söz var, devlet ve bürokrat ile ilgili: "Yengeç babasını öldürür ve beyaz karınca annesini ısırır ama yeteneksiz Kayastha (yönetici), güçlendiğinde, herşeyi mahveder."

Sağlıklı nehirler

Büyük Menderes Nehri hakkında çok yazdık, çizdik ama yazmaya da devam edeceğiz. Bugüne kadar sorunları anlatırken en büyük talihsizliğin yetki karmaşası olduğunu ve bugüne kadar yapılanların bilinçsizce yapıldığını izah etmeye çalıştık.

Çok eski bir çevre örgütü olan Izaak Walton League of America, bildirilerinden birisinde der ki: "Sağlıklı nehirlerin kenarlarında bitkiler olur, etrafında menderesler yaparak ilerler ve nehir içi derinlikler, havuzlar ve tepecikler ile kaplıdır. Kenarlar ve nehir içi düzeltilip duvar haline getirildikçe nehirin akış hızı artar, dibinde yavaşlatan ve tutan bir yüzey kalmadığı için felakete hazır hale gelir. Kenarları düzeltilmiş ve ağaçları sökülmüş nehirler erozyona ve sel felaketine yol açarlar."

Büyük Menderes Nehri sağlıklı bir nehirdi. Çevresinde ağaçları ile, nehir tabanının çeşitliliği, menderesler yaparak ilerlemesi, adaları, bırakarak ovamıza hediye ettiği küçük gölleri ile çok güzel bir nehirdi. Buna bir örneği nehrin Koçarlı Ovasındaki küçük bir kısmında hala görebiliyoruz. Ekteki uydu fotografı Büyük Menderes'in etrafında yeşerttiği alanı çok iyi gösteriyor.




Neydi ne oldu?


Şimdi kenarları mühendislik ile bozuldu. Ağaçlar söküldü ve yakıldı. Nehir dibi kazınarak yüzeyi bozuldu. Kenralarındaki gölcüklerin de ölüm fermanı kesildi. Gerek bağlantı sularının kesilmesiyle, gerekse belediyeler tarafından dökülen çöp ve molozlar ile.. Ekteki ikinci resim ise bu çalışmanın yapıldığı alandan bir kesiti gösteriyor. Çarpıcı olması için Akçay'ın, ağaçları sökülmüş, dibi kazınmış ve kenarları set haline getirilmiş nehre döküldüğü noktasını aldım. Akçay sanki asıl nehir de, Büyük Menderes bir kanalmış gibi...

Çözüm

Halbuki sel felaketinin önüne geçebilecek en büyük ve en masrafsız mekanizma doğal sulak alanlardır. Yarım hektarlık bir sulak alan, 4 milyon litre su tutma kabiliyetine sahiptir (Kaynak:EPA, Amerikan Çevre Koruma İdaresi).

Büyük Menderes Nehrinin geçtiği yerlerdeki sulak alanlar "bataklıkların kurutulması" kampanyasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren, en çok da 1950li yıllarda kurutularak bugünkü pamuk tarlaları oluşturulmuştur. Aynı zamanda nehrin kollarının üzerine barajlar da inşa edilmiştir. Tarım için alınan bu önlemler düzenlenirken, nehrin ne yapacağı hiç akla gelmemiştir. Bu doğaldır. O zamanlar bütün dünyanın yapmakta olduğu şey budur. Ancak zaman değişmiştir. Bilim ilerlemiş ve set inşa etme, kapak yapma, kenarına taş koyma gibi tedbirler geride kalmıştır.

Artık Büyük Menderes Nehrini eski haline getirmeye başlamanın zamanı gelmiştir.

Bu neye yarayacak?

Birincisi Aydın Ovasına yarayacak. Büyük Menderes taşkınları ile, sulak alanları ile iklimimizi ve toprak yapımızı tarım için desteklemeye devam edecek.

İkincisi insanımızın içme suyuna yarayacak. Global ısınmanın, yeraltı ve yerüstü sularının fevkalade önem kazandığı şu günlerde, içme ve kullanma suları atıklardan, tarımsal ilaç artıklarından sulak alanlarca temizlenecek ve salgın hastalıklar ve kanser vakaları azalacaktır.

Üçüncüsü ise yıkıcı sel felaketlerinin önüne geçilmesidir. Seller ve yıkıcı taşkınlar, sulak alanların emici özelliği ile durdurulacaktır. Halen uygulanan eski yöntemlerle Büyük Menderes daha da hızlandırılmakta ve yıkıcılığı artırılırken yararlanılamadan suları, tabir caizse "def edilmektedir".

Bir başka yarar da, doğal hayata habitat sağlanması olacaktır ki, kurulacak tesislerle, bu gençler için eğitim alanı, bilimadamları için hazır laboratuvar ve insanımız için gezi ve eğlence merkezleri demektir.

Az bir fedakarlıkla kurulacak olan sulak alanlar, bir çok zararın önüne geçecek ve beraberinde bir çok faydayı da sağlayacaktır. Bunu gerçekleştirecek bilgi birikimi üniversitelerimizde mevcuttur. Yeter ki bilinç ve irade olsun.

Mehmet Ekizoğlu

2 Şubat 2007

Menderes Vadisi ve Aydın İçin Yeni Bir Açılım

GENEL OLARAK

Ülkemizin dış ticaretinde pamuğun, incirin ve üzümün çok önemli yer tuttuğu dönemde Menderes Ovası ekonomik olarak önemli bir yer tutmaktaydı. Ancak zaman içinde sanayi geliştikçe ve sınaî ürünlerin dış ticaretimizde giderek daha önemli yer tutmaya başlamasıyla beraber eski önemini yitirmiş görünmektedir. Aydın ilinin adam başı geliri ise son yıllarda Türkiye ortalamasının altında seyretmektedir. Adam başı gelir açısından önceleri Türkiye ortalamasının üstünde seyrederken 1990ların sonuna doğru ortalamaya inmiş, 20001 yılında da Türkiye’de adam başına gelir 2146 dolar iken Aydın’da söz konusu rakam 2017 dolara inmiştir.

Sanayide üretilen katma değerin tarıma göre çok fazla olması, istihdam kapasitesinin yüksekliği nüfus artışıyla bir araya gelince sanayileşme ön plana çıkmış ve bu da tarım alanlarının korunması neredeyse imkânsızlaşmıştır. Sanayileşme ve bunun yanı sırada nüfus artışı (göç dahil) tarımsal arazilerin kullanımı gündeme getirmiştir. Düz ovanın sağladığı ulaşım ve inşaat maliyetlerinin düşüklüğünün yarattığı rekabet avantajları tarımsal arazilerin daha çok kullanımına yardımcı olmaktadır. Pek çok ülkede ve bölgede yaşanan bu süreç bizde de yaşanmaktadır ve yaşanacaktır.

Öte yandan Büyük Menderesin denize kavuşmasının son aşamasında yer almamız ve havzadaki bütün sanayi tesisleri ile yerleşim yerlerinin atıkları için kanalizasyon* olarak kullanılması ise onun ve bizim geleceğimizi ciddi olarak sıkıntıya sokmaktadır.

Küresel ısınma ve su kaynaklarının azalması bu sürece yönelik tartışmalara yeni bir boyutlar kazandırmaktadır. Doğanın korunması tartışmalarının bir başka cephesini oluşturmaktadır. Üstelik su kapasitesi açısından dünya ortalaması altında yer alan ülkemizde sulak alanlarının ve su kaynaklarının korunması giderek daha da önem kazanmaktadır. Gelecek yıllar içinde çıkabilecek kriz senaryolarından en önemlilerinden birisi olarak suların paylaşımı gelmektedir. Bu durumda elimizdeki kaynakların kıymetini bilmekte büyük yarar vardır.

Söz konusu tartışmaların sona ermesi imkânsız görünmektedir. Milyonlarca yılda oluşan ve neredeyse 5000 yıldır insanın oturduğu, yerleşik düzende yaşadığı bu toprakların varlığının korunması ise bir başka sorunu doğurmaktadır. Acaba bu toprakları çocuklarımıza bırakabilecek miyiz yoksa çocuklarımıza bir zamanlar buraları ovaydı, derelerinden ağaçlarından bal akardı mı diyeceğiz.

Soruna standart bir sanayileşme, şehirleşme ve gelişme perspektifinden baktığımızda başka bir seçenekte görünmemektedir. Bu nedenle yeni bir yaklaşım süreci geliştirilmelidir. Başkalarını, başka şehirleri veya bölgeleri taklit ederek gidilecek mesafe bellidir. Ama yeni bir perspektif belirlenmelidir. Belki bu perspektifin belirlenmesinde özellikle Aydın’ın yerel yöneticilerinin ve üniversitenin önemli bir rolü olacağını düşünüyorum. Tabiî ki Aydın da yetişip dışarıda görev almışların katkısı da yadsınmamalıdır.

BİR ÖRNEK

Çok değil bundan yaklaşık elli yıl kadar önce dünya çelik endüstrisinin merkezi olan Pittsburgh (ABD) şehrinin merkez nüfusu 1950lerde 700 bine ulaşmış, çevre nüfusu ise bunun çok üstüne çıkmıştır. Bu dönemde “iron city” unvanını alan, ancak çelik endüstrisinin yapısı ve kömür madenlerinin sonucunda şehir hava kirliliği açısından da dünya da ön sıralara yükselmiştir.

İkinci dünya savaşından sonra “temiz hava ve şehrin yeniden canlandırılması” projesi kapsamında yeni ama zorlu adımlar atılmış, bir deyişle de “Rönesans”a girişmişlerdir. Bu süreç içinde 1980lerde bir yandan çelik endüstrisini yenileme bir yandan da çelik endüstrisinin sorunlar yaşaması şehrin Rönesanssının hızlanmasını getirmiştir.

Gerek toplumun gerekse şehir yönetiminin ve gerekse üniversitelerin büyük katkısıyla şehrin çeliğe dayalı endüstri yapısı değiştirilmiş, şehir daha teknoloji yoğun daha çevre dostu bir alana yönelmiştir. Bu gelişmelerin sonucunda şehrin nüfusu yarı yarıya azalmış, ama ekonomisi yüksek teknolojili alanlara yönelmiş, sağlık ve hastane, turizm, nükleer mühendislik, biyomedikal endüstri ve eğitim (üniversite) bölge yaşamının temelini oluşturmuştur.

İlimiz AYDIN bulunduğu bölge olarak (iklimiyle, coğrafyasıyla, tarihiyle) tam bir nimet. Bu nimeti tahrip etmeden klasik yollar dışında yeni süreçler üreterek Aydın’ın gelişmesine katkıda bulunacak yeni alanlar üretilmesine gayret sarf edilmelidir.

BİRKAÇ ÖNERİ

Aydın ve Menderes Vadisi binlerce yıldır insana kucak açmıştır. Bu nedenle o insanların hepsinin izini içinde taşımaktadır. Pirene’den Milet’e, Milet’ten Tralles’e, Tralles’ten Orthasia’ya, Orthasia’dan Nyssa’ya, Nyssa’dan Afrodisyas’a ve nihayet Afrodisyas’tan Hierapolis (Pamukkale)’e kadar uzanan başka bir yerleşim yerinin dünyada bulunduğunu sanmıyorum.

Aydın bu hazinenin üstünde oturuyor. Ama maalesef bu konudaki girişimlerde sadece turist getirip gezdirmek üzerine oluşturuluyor.

Elbette turist gezdirmek onları konaklatmak son derece önemlidir. Ama bir başka nokta daha var ki onu genellikle atlıyoruz. Örneğin Adnan Menderes Üniversitesi eminim kendisine bu tür bir hedef seçmiştir. Roma ve Eski Grek tarihi üzerine bir numara olunmalıdır. Dünya’da tarihçiler bu dönemi çalışanlara sormalılardır “Sen Adnan Menderes Üniversitesi’nde bulundun mu?” diye.

Aydın ve Menderes Vadisi binlerce yıldır insanoğlunun zeytin, incir ve pamuk üretim merkezlerinden birisi olmuştur. Sahip olduğu bu birikim için dünya büyük paralar harcarken biz bu birikime doğuştan sahip olmuşuz. Bu kapsamda yine tarih alanında olduğu gibi pamuk, incir ve zeytin alanında çalışacak olanlara “Sen Adnan Menderes Üniversitesi’nde bulundun mu?” sorusunu sordurabilirsek, gelen turist artık eğitim turisti olacaktır.

Üstelik vadimizin iklimi yine dünyada aranıp ta bulunamayan, insanların yaşamak istedikleri bir yapıdadır. Dolayısıyla sağlık perspektifinden yaklaşan ve bölgemizi hastaneler bölgesi yapabilecek olan girişimler yine vadimizi dünyanın önemli merkezlerinden birisi yapacaktır. Örneğin Kuzey Avrupalılar sağlık anlamında dinlenecek yerler aramaktadırlar. Bunun içinde o ülke yönetimleriyle anlaşmalar yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda dinlenmesinde yarar görülen çalışanlarını bir aylığına iki aylığına tebdil-i hava için ılıman bölgelere göndermektedirler. İşte bu da bizim açımızdan önemli bir alan olabilecektir.

Bölgemizin tarımsal yapısı değiştirilmelidir. Hep tartışılan organik tarım yanında tarımsal işletmelerin oluşturulmasının zamanı gelmiştir. Küçük araziler yerine büyük arazilerde katma değeri yüksek ürünlere kayılması gerekecektir. İnsanlar yaşamak için et ve sebze yiyeceklerdir. Bilimsel ve ekonomik olarak yapılacak olan bu üretim bölgenin ekonomik yapısını bir anda değiştirebilecektir.

Nihayet özellikle denize yakın yerlerimiz tatil cenneti haline gelmiştir. Ama buralarda tarlalar bozularak yapılan yazlıklarımız yılda sadece birkaç ay kullanılabilmektedir. Yazları yine sahiplerince kullanılabilecek şekilde, ama kışları bu konutların bakımı karşılığı oluşturulabilecek bir üniversite yerleşkesine dönüştürülebilir. Sadece eğitim yapılacak binaların yapılmasıyla buralar dünya çapında üniversiteler haline getirilebilir. Aksi takdirde yazın birkaç ay kullanılan bu konutlar ekonomik anlamda etkin olarak kullanılmamaktadır.

SON SÖZ

Bu yazıdan ve başlatmak istediğimiz tartışmadan amacımız gelişme ve kalkınmanın mutlaka klasik ve bizden önceki şehirlerin uyguladığı yöntemlerle olmayabileceğidir. Başka yol ve yöntemlerin de olabileceğidir. Tartışma ve görüşmeler bu yolları açığa çıkarabilecektir.

Ama İlimizin bazı alanlarda, özellikle sanayileşme alanında geç kalmış olması avantaja dönüştürülebilir ve Büyük Menderes vadisi ve Aydın ilinin Türkiye’nin ve Dünyanın önemli bir kültür, sağlık, eğitim ve katma değeri yüksek tarım üssü olabilir diye düşünüyoruz.

Dr. Selim SOYDEMİR

* Bu noktada özellikle Uşak deri tesislerinin Organize Sanayi Bölgesine taşınması ve atıklarının Menderes’e boşaltılmasını engelleyen Uşak Valisi Sayın Kayhan KAVAS’a teşekkür etmek istiyorum.